9 Nisan 2016 Cumartesi

SPIRITUEL YASALAR (Dan Millman / Hayatınızın Amacı *özet)






1. Esneklik Yasası
2. Seçimler Yasası
3. Sorumluluk Yasası
4. Denge Yasası
5. Süreç Yasası
6. Kalıplar Yasası
7. Disiplin Yasası
8. Kusursuzluk Yasası
9. Şimdiki An Yasası
10. Yargısızlık Yasası
11. İnanç Yasası
12. Beklentiler Yasası
13. Dürüstlük Yasası
14. Yüksek İrade Yasası
15. Eylem Yasası
16. Devreler Yasası
17. Sezgi Yasası




1. ESNEKLİK YASASI


Esneklik bize pasiflik yada direnmeden daha çok yarar sağlar; ortaya çıkan her şeyi etkin biçimde kullanarak, en acı verici koşulları dahi kucaklayarak, zorluklarımızla – onları bir spiritüel eğitim biçimi olarak görmeye başlayarak – daha etkili biçimde başa çıkarız.


Esneklik; yaşanan an’a katı bir bicimde direnmek yerine, onu pragmatik (yararcı) bir biçimde kabullenmeyi içerir. Bu hoşlanmadığımız bişeye katlanmamız, haksızlığı görmezden gelmemiz ya da kurban edilmemize izin vermemiz anlamına gelmez. Esneklik, uyanık ve genişleyici bir farkındalık hali gerektirir; o sadece akışa uymayı değil, benimsemeyi ve yapıcı bir bicimde kullanmayı gerektirir. Bu yasayı uygulamakta ustalaşarak, engelleri ilerleme vasıtaları, sorunları da fırsatlara dönüştürürüz.


Bir grup insanın başına acı verici olay geldiğinde bazıları şok, ret ve korku içinde bu deneyime zihnen direnir; böylece ağacın sert dalının rüzgarda kırılması gibi en kötü deneyimi yaşarlar, bazıları ise duygularını kabullenir, ifade ederler ama eğilerek kırılmaktan kurtulurlar.


Esneklik yasasına örnek oluşturan bir tampon etiketi görmüştüm. “Eğer arabayı sürüş şeklimden hoşlanmıyorsan, yaya kaldırımdan çekil” Biri arabayı üzerimize sürüyorsa “böyle yapmamalı, adil değil...” diye düşüneceğimize hemen olduğumuz yerden sıçrayarak çekilebilir ve reflekslerimizi sınama şansıyla karşılaştığımız için şükran duyabiliriz.


Esneklik Yasasını yansıtan ve somutlaştıran Aikido ve Taichi gibi savaş sanatları direnç göstermeme üzerine kurulmuştur. İtiliyorsanız çekin, çekiliyorsanız itin, bir güç size doğru gelirken yolundan çekilin.


Hastalık, mali aksilikler gibi durumlar için daima şükran duyamayız kuşkusuz. Ama bu yasa bize buyuk tabloyu görebilmemiz için görüşümüzü kendi ötemize genişletmemiz gerektiğini hatırlatır. Çünkü ancak o zaman pozitif yada negatif de görünse her durumun ruhumuzu güçlendirmek için fırsat sunduğunu anlayabiliriz. Gerilim; zihin durumlara, duygulara, insanlara direndiğinde meydana gelir.


Esneklik; bir yandan öğrenip gelişirken ve önümüzde olanı etkili biçimde ele alırken diğer yandan kendimizi, insanları, durumları koşulsuz kabullenmemiz anlamına gelir. Koşullara uyabilmek anlamına gelir. Su gibi kabımızın şeklini alırız. İniş-çıkışlardan uzak durmak, kaçmak, direnmek yerine onları deneyimlemeye açık oluruz.


“ Tanrım;
Bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmem için sükunet,
Değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilmem için cesaret,
Ve aradaki farkı anlayabilmem için bilgelik ver.”




2. SEÇİMLER YASASI


Hayattaki en temel seçimimiz, genişleme ya da daralma, yaratıcı ve ifade enerjilerimizi dünyaya pozitif ya da negatif biçimlerde sunma arasında yapılır. Koşullarımız ne olursa olsun, gideceğimiz yönü seçme gücüne sahibiz.


Günlük hayatlarımız özgür iradeyle yapılmış bir dizi seçim ve uygulamalardan oluşur. Koşullarımıza bağlı olarak çok ya da az seçimler yaşayabiliriz. Fiziksel koşullar, zihinsel hastalıklar, yetersizlikler, karışıklıklar seçim gücümüzü çarpıtabilir veya sınırlayabilir. Zihin berraklığı ise çoğaltır. Seçimler Yasası, koşullarımıza nasıl tepki göstereceğimizi seçme gücümüzü ve sorumluluğumuzu işaret eder. Bu yaşadığımız surece asla yitirmediğimiz bir güçtür. Çarpık ve sınırlayıcı inançlarımız ne kadar az ise, secim gücümüz o kadar büyük olur.


Bazen seçimlerin bizim dışımızda yapıldığını hissederiz. (ailemiz, arkadaşımız, tanrı vb..) Örneğin patronumuz bize “fazla mesai yapmak zorundasın, yoksa işine son veririm” derse seçime sahip olmadığımızı düşünürüz ancak her seçimin sonucunu görür ve bilinçli seçimler yaparız.Uzun vadede mutluluk getireceğine inanmadıkça nadiren zor yolu seçeriz. Ayrıca bilinçaltımızdan gelen sezgisel mesajlara da itimat etmemiz gerekir. Bilinçaltımız, bilinçli olarak istemediğimiz ama en yüksek hayrımıza olan deneyimleri seçebilir veya belli insanları hayatımıza çekebilir.


Hayatın içinde amaçsızca dolanmak yerine, doğru yolda, doğru kişi ile birlikte, doğru işi yapmakta olup olmadığımızı düşünürsek, sonunda bunları kendimizin seçtiğini görüp anlayabiliriz. Bu anlayış ile birlikte, seçimlerimizi kabul etme, hayatimizin sorumluluğunu üstlenme ve belki yeni seçimler yapma gücü de gelir. Eğer kendimizi güçsüz, tıkanmış, korkmuş hissedersek, işte bu, secim gücümüzü hatırlamanın zamanıdır.


Yaratıcı Seçim:
Yaratıcı enerji kabarıp tasan, dinamik bir niteliğe sahiptir. Onun ifade bulmaya ihtiyacı vardır. Akmak ve kullanılmak için mevcuttur. Bu enerji iki yüzü keskin bıçak gibidir, yapıcı amaçlar için kullanılmazsa yıkıcı yollardan boşalır. Yaratıcı enerjinin onu kesildiğinde fiziksel, duygusal, zihinsel düzeylerde acı verici rahatsızlıklar haline gelir.


Yaratıcı enerjinizin nasıl tezahür ettiğini düşünün akıyor mu? tıkanık halde mi?, tıkanıksa ne tip fiziksel, ruhsal arazlar yaşıyorsunuz?, Baskı oluştuğunda yaratıcı enerjinizi nasıl dengeliyorsunuz, egzersiz? Sigara, alkol, çok yemek, aşırı cinsel istek? çok konuşmak?... Yaratıcı enerjinizi pozitif yönde akıtmak için neler yapabilirsiniz??


İfade Seçimi:
İfade sadece konuşmaktan yada fikirleri ve bilgileri aktarmaktan fazla bişeydir. İfade enerjisiduygulardır. Pozitif ifade; konuşma, şarkı söyleme, rol yapma, müzik yapma, yazı yazma vb... şekillerde olabilir. Negatif ifade ise; küfretme, şikayet etme, eleştirme, sızlanma vb... şekillerde tezahür eder. Gerçek duygularımızla temas etmemiz, onları ifade etmemiz, yeni enerji düzeyleri, bütünleme ve şifa meydana getirebilir.


Pozitif ifadeye itibar ederken; öfkemizi, korkumuzu, üzüntümüzü yadsımamız gerektiğini söylemek istemiyorum. Negatif duyguları bile pozitif yollarla ifade edebiliriz. Öfkelendiğimizde bağırıp, çağırıp küfretmek yerine “bu davranışın beni öfkelendirdi ve aramıza istemediğim bi duvar koydu” şeklinde ifade edebiliriz. Seçimler yasası ifadeye uygulandığında bize tüm duygularımızı dürüstçe ifade etmemizin uzun vadede hem bize hem ilişkilerimize yararlı olduğunu hatırlatırım.


Bir şeyi negatif biçimde ifade ettiğiniz son bir-iki konuşmayı hatırlayın. Sizde ve karşıdakinde hissettirdiklerini düşünün...... Eleştirdiğimiz zaman, genelde duygularımızı ifade etmediğimizde, duygularımızı yargılara dönüştürdüğümüze dikkat edin. O konuşmalar sırasında duygularınızı dürüstçe ve direkt olarak nasıl ifade edebilirdiniz? Sonuç nasıl olurdu?


"Yaşamak ve ölmek zorundayız; gerisini biz oluştururuz!"




3.SORUMLULUK YASASI


Bir kez sorumluluk sınırlarımızı oluşturduğumuzda, görevimiz olanın tüm sorumluluğunu üstlenebiliriz ve görevimiz olmayanı bırakabiliriz; böyle yaparak; başkalarını desteklemekten daha çok zevk alır ve daha uyumlu bir işbirliği içeren ilişkiler yaratırız.


“Birlikten kuvvet doğar. Hiç kimse, hepimizden daha akıllı ve kuvvetli olamaz.”


İnsanlar farklı sorumluluk düzeylerinde birlikte çalıştıkları her işte, bazı insanlar fazla görünebilirler. Ama onlar başka insanlar tarafından desteklenmektedirler, destek olmasa çabaları verimsiz olurdu. Bireysel düzeyde, bizim insanlar olarak görevlerimizi etkili bir biçimde yapmamız büyük ölçüde iç işbirliği durumumuza bağlıdır. Başkalarına yardım edebilmemiz için önce iç evimizi düzene sokmalıyız.


Kendimizle, diğer insanlarla ve koşullarımızla olan ilişkilerimizde; kendi uygun sorumluluk düzeyimizin sınırlarını belirlemeye ve tanımlamaya, değerlerimizin, ihtiyaçlarımızın, önceliklerimizin diğer insanlarınkinden (hatta ana-baba, kardeş, eş vb) haklı olarak çok farklı olabileceklerini görüp, kabul etmeye ihtiyacımız var.


Başkalarını desteklemek, onlara hizmet ve yardım etmek için güçlü itilim duyanlarımız, verme ihtiyacı içinde zayıf düşecek derecede aşırı işbirliğinde (aşırı özveri) bulunur. Aşırı özverililer, kendilerine verdikleri değeri başka insanlara yardım etme yeteneklerine dayandırır, karşılığında hiçbişey almadan akıtır ve bir tur paspas rolü alırlar.


Bunun altında abartılmış sorumluluk duygusu yatar. Bu duygu bizi başkalarının kendi davranışlarının sonuçlarından ders almalarına izin vermek yerine, onların hatalarını tamir etmeye çalışmaya götürür.


Aşırı işbirliğine fazla kaydığımızda, eninde sonunda diğer yöne, yani yeterince işbirliği yapmamaya kayarız. Duygusal ve zihinsel yorgunluk nedeniyle, “yetersiz işbirliği” haline dönüştüğümüzde; direnç gösterir, içerler, kendini tamamen geri çekme gibi durumlar yaşarız.


Doğru bir işbirliği haline ve dengeli sorumluluğa ulaşabilmek için tutumumuz ve eylemlerimizi değiştirmemiz ve denge noktamızı bulmamız gerekir. Bu o insanlara işleri kendi başlarına yapmaları için cesaretlendirmek, yetki ve izin vermek anlamına gelebilir.


Sorumluluk yasası bize, rahatlık bölgemizi belirlemenin, ona saygı göstermenin, onun sınırları içinde çalışmanın önemini ve gerekliliğini anlatır. Kendi iç değerimize saygı göstermemiz gerektiğini hatırlatır.


Sorumluluk Yasasını uyguladığımızda, başkalarını destekleriz, aynı zamanda başkalarını bize sundukları desteği kabul ederiz. Her ikisi arasında denge kurarız. Yapmamız ya da olmamız “gerektiğini” düşündüğümüz şey ile kalpten arzuladığımız şey arasındaki farkı görürüz. Yapmaktan dolayı kendimizi içsel olarak iyi hissedebileceğimiz şeyleri yaparız. İçsel olarak kendimizi iyi hissetmezsek duygularımızı ifade eder, uzlaşmaya varırız. "Ben bu kadarını yapabilirim, gerisini sen yapmak zorundasın” Bu sorumluluğun kalbi ve işbirliğinin ruhudur.


"İç huzura kavuşmak için, evrenin genel yöneticiliğinden istifa etmeliyiz"
Larry Eisenberg




4.DENGE YASASI


Denge kozmik, biyolojik, ve kişisel düzeylerde bizim (bedenimiz, zihnimiz ve duygularımız) için geçerlidir. Bize, yaptığımız herhangi bişeyi fazla özenip yorularak yada baştan savma yapabileceğimizi ve sonra kaçınılmaz olarak öbür tarafa doğru sallanacağımızı hatırlatır.


Eğer yer çekimi, evreni bir arada tutan zamk ise, denge onun sırlarını meydana çıkaran anahtardır. Tüm kutbiyetlerin ( sıcak-soğuk, hızlı-yavaş, aşağı-yukarı, gürültü-sakin) arasında bir denge noktası, merkez yer alır. Dünya’nın kendisi de canlı bir organizma gibi fonksiyon yapmaktadır. Onun üzerindeki hücreleri oluşturan biz insanlar, dolaşım sistemini oluşturan okyanuslar ve rüzgarlar da ayrıca denge halinde var olmalıyız. Bir anlamda halen yüzyüze olduğumuz ekolojik dram bizler olgunlaşırken ve kendimize özgü denge hallerimizi öğrenirken bireysel hayatımızda olup bitenleri yansıtmaktadır.


Çin Taocular’dan Essene hahamlarına, Hristiyanlardan Müslümanlara kadar her kültürden bilgeler orta yolu, her şeyin kararını savunmuşlardır. Bununla birlikte denge her zaman aşırı uçlardan kaçınmaya bağlı değildir. Denge ayrıca zaman zaman aşırı uçları da araştırıp, keşfetme, sarkacı dengede tutmak için her iki tarafa da eşit dikkat gösterme yeteneğini içerir. Bazen aşırı çalışır, bazen aşırı dinleniriz. Her iki tarafı da eşit kullandığımız sürece dengede kalır, sonunda yine merkeze döneriz.


Farklı yaradılışlarımız, düzenlerimiz ve yapılarımız nedeniyle dengeyi oluşturan her şey birbirimiz için farklı olabilir. Sınırlarımızı sınayarak, her iki aşırı uçları araştırarak ve sonuçlarından ders alarak denge noktamızı buluruz. Başkalarının öğütleri ve deneyimleri bize uymayabilir. Deneyim her zaman en kolay öğrenme yolu olmayabilir ama en emin yollardan biridir.


Hayatımızı bu yasanın ışığında gözden geçirmemiz, kendimizi daha iyi bir perspektifle görmemize, uygun düzeltmeleri yapmamıza ve daha derin bir sağıklı, uyum ve iç huzuru duygusuna kavuşmamıza yardımcı olur.


Verme & Alma’nın Sırrı: Her neye ihtiyaç duyduğumuzu hissediyorsak, bu gerçekte, derin benliğimizden gelen ve ihtiyaç duyduğumuz şeyin aslında en çok vermemiz gereken şeydir.


“İkiyi bir yaptığınız zaman ve dışınızı da içiniz gibi, ve yukarıyı da aşağısı gibi yaptığınız zaman; erkeği ve dişiyi bir yaptığınız zaman, iste o zaman Tanrı’nın alemine gireceksiniz” (T.I)




5.SÜREÇ YASASI


Günlük hayatlarımız hedefler ve başarılarla doludur. Bazılarımız hedeflerimizle o kadar mesguluzdurki, bir an once nihai sonuca ulasmak arzusuyla, aradaki o hedefe ulasmak icin gerekli yola ve surece onem vermeyiz. Ote yandan bazılarrımızın buradan oraya nasıl ulasabilcegimiz konusunda kafamiz oyle karisiktir ve oyle kuskuluyuzdur ki hedef saptamakta bile zorlaniriz ya da daralan bir gorusle bir adima saplanip kaliriz.


SurecYasasi bize; bir yolculugu sadece kucuk adimlara ayirmayi degil her adimi sanki kendi icinde sona eriyormus gibi degerlendirmeyi ogretir. Her adim kendi icinde kucuk bir basari haline gelir. Yol boyunca ogrendigimiz seyler, menzile erismekten daha onemli hale gelebilri.


Surec sorunlarini halletme durumunda olanlarimizin kendi kendilerine su soruyu sormalari gerekir. Bi hergun isini biran once tamamlayip “kurtulmak” icin acele eden postaci gibi mi; yoksa her gun semtlerin degşsen manzaralarindan zevk alan, sakin, olculu adimlarla yuruken insanlarla selamlasan postaci gibi mi olmak istiyoruz?


Cogumuz sadece zirveye ulasmak icin yasariz. Ama daga tirmanirken attigimiz her kucuk adimin, bir oncekinden daha yuksek oldugunu unuturuz.


“Eger buyuk bir ihtirasa sahipseniz, onu gerceklestirme yonunde mumkun oldugunca buyuk bir adım atın. Bu kucuk bir adım da olabilir, ama onun simdilik atabileceginiz en buyuk adım olduguna itimat edin.”
Mildred Mcafee




6.KALIPLAR YASASI


Onu iyi olarak da, kotü olarak da adlandirsak, her kalıp en iyi niyetlerimize ragmen, biz farklı bisey yaparak o kalıbı kırmadıkca zaman icinde kendini yeniden öne sürer.


Biz insanlar spontane davranma gücüne sahibiz, eski şeyleri yeni biçmlerde yapabilir, hayatlarımızı ve davranışlarımızı değiştirebilir ve yeniden planlayıp yapılandırabiliriz. Ama doğal bir direnç bu olanağı sınırlar. Kalıplar oluşturma eğilimimiz hayati öneme sahiptir. Cocuklugumuzdan itibaren kalıpları gozlemleyerek, anne babamızdan taklit ederek ve uygulamaya koyarak dunyayı ve yasamayı anlamayı ogrendik.


Günlük hayatımızın gidişi içinde geliştirdigimiz yemekten once el yıkama gibi işlevsel kalıplar yadaalışkanlıklar için tasalanmamız gerekmez. Sadece gözlemlemek için bişeyi farklı yaptıgımızda kendimizi garip hisssederiz. Bu da alışkanlıkların gücünü gosterir.


Kalıplar Yasası; öncelikle işlevsiz, negatif yada yıkıcı alışkanlıklara-degistirmeyi arzu ettigimiz kalıplara hitap eder. Verdiği kararlardan tekrar tekrar dönme eğiliminde olan, başladığı işi tamamlayamama ya da başarısızlıkların tekrarlama kalıbına sahip herkes icin onemlidir. Biz olayı yakından inceleyip, araya girip farklı bişey yaparak kalıbı kırana kadar, her kalıp kendni tekrarlama eğilimi gosterir.


Ozellikle bağımlılıklar konusunda yardımcı oluyor. Cani sigara içmek isteyince su içmek, pasta yemek isteyince yuruyuse cıkmak gibi degistirmek istedigin kalıbın yerine yeni işlevsel ve faydalı bir kalıp koy olayı. Savaşmak zorunda kalmadan zafer bayrakları dikmek.




7.DİSİPLİN YASASI


Disiplin daha buyuk bir ozgurluge ve bagimsizliga giden en emin vasıtalardır. Onun sagladıgı odaklanma ile kazandigimiz beceri duzeyi ve bilgi derinligi bize hayatta yeni secenekler getirir.


Bizler tekrarlamalı ve rutin görevlerle ilgili sorun yaşar ve bunlara direnç gösteririz. Eğer disiplini; seçenekelerimizi sınırlmak, başarması irade ve kararlılık gerektiren(hergun egzersiz ve rejim gibi), yapmaktan hoşlanmadığımız şeyleri yapmaya kendimizi zorlamak olarak algılarsak disiplin ve özgürlük zıt görünebilir.


Disiplin Yasası bir paradoksu işaret eder. Özgürlük doğuştan hakkımız olmakla birlikte, bu dunyada tekrar kazanılması gerekir. Disiplin anahtardır. Bu prensip iç ve dış özgürlk için geçerldir.


Dış hayatımızda; arzular, endişeler, negatif imglelerle dolu, çalkalanan, kaçak bir zihnin esiri oldugumuzu hissederiz. Dış özgürlük; güçlü ve saglıklı bir bedene sahip olmayı, disiplinli bir çalışmadan kaynaklanan sosyal özgürlük, kendine saygı ve doyum... hayatta daha fazla seçeneğe sahip olmayı kapsar.


Özgürlük; biçok seyi deneyimleme yeteneğinden daha cok seyi icerir. Genislik acısından kazandıgımız seyi derinlik acısından yitirebilirz. Ama eger enerjimizi odaklar ve sıkıntıya katlanarak sebat edersek; bir deneyime sadece “girmez” onu “geçiririz”de. Bu süreçte kendimiz ve kapasitemiz hakkındadaha çok sey öğreniriz.


Disiplin; birz daha fazla yapma, biraz daha derine inme, bir şeylere dayanma, onları sonuna kadar göturme alışkanlığıdır. Disiplin; sıkıntının, işi henuz “anlamaya” başladığımız anlamına geldigini kabul eder.


Disiplin Yasası bize, öncelikler oluşturmayı, her seferinde (daha dogru yapana dek) birşer üzerine odaklanmayı, simdi yapmamız gereken faaliyetlere odaklanıp, daha sonra yapabileceklerimizi bir taraf koymayı öğretir.


Kararlılık; uzun zaman sürdürülebilecek bir disiplini içerir. Hayattaki hedeflerimiz arasındacogu kes kızrmızı halıdan cok bataklık uzanır. Bu bataklık, egitimve terbiye hazırlıgını, enerji fedakarlıgını temsil eder. Bataklıktan gecmenin sırrı; bize ilham veren bir hedefe sahip olmaktır. Bataklıgın oteki ucunda bizi neyin bekledigini hatırlatan bir fener gibi parlayarak bizi çeker. Disiplin ve kararlılık, burası ve hedeflerimiz arasındaki köprüdür.


Disiplini deneyimleme:


Kendinizi saglam bir zeminde, artık pek kalmak istemediginiz bir yerde hayal edin. Uzakta parlak bir fener ışıldıyor. Bu hayatınızıda daha buyuk ozgurluk duygusuna ulasmamnın yolunu gosteren bir ısık. Şimdi bu ışıkla aranızda bataklıgın uzandıgını imgeleyin. Sallantılı, gizli tehlikeler iceren, karanlık... gecmek zaman ve enerjinizi alacak. Yolda cesaretsizlik, karışıklık yaşayabilir, gecikebilir, gecici olarak hedefinizi gozden kaybedebilir, neden yola cıktıgınızı unutabilr, vazgecme durtusu duyabilirisniz. Ama arzunuz yeterince gucluyse, ısık isizn icin yeterince parlaksa, o sizi bataklıktan gecirecektir. Bu parlak imge, zaman içinde hedefinizi gerçekleştirmeniz icin, yapmanız gereken şeyleri yapabilmenizi sağlayacak enerji üretmenize yardımcı olacaktır. Hayat Yolculugunuzun anahtarı, disiplin anahtarı budur.




8.KUSURSUZLUK YASASI


Aşkın bir perspektiften, herkes ve herşey kayıtsız sartsiz kusursuzdur. Geleneksel bir gorus noktasindan ise kusursuzluk mevcut degildir. Ulasabilecegimiz en iyi sey erdem ve gensiliktir. Ve ona ulasmak zaman ve uygulama ister.


Geleneksel acidan; dunya acı icindedir. Suclar, aclik, evsiz-barksızlar, savas, sefalet, hastalıklar... Hayatimizda istedigimiz biseyi elde edemedigimiz zaman acı cekeriz, elde ettigmizde ise bu alemde hicbisi kalici degildir. Aşkın acidan; kalbimiz acikken, herseyi kucaklayan bilgeilik, sevgi ve anlayis ile baktigimizda; dunyamizda, cevremizde, hayatimizda olan herşey buyuk bir tekamul sureci ile ilgili olarak kesinlikle mukemmeldir.


Herseyi kusursuz olarak kabul ederek, ayni zamanda kendi sorumlulugumuzu da kabul ederiz ki bu sorumluluk, dunyaya yardım etmek, biseyleri degistirmek, zaman ve para bagislamak, farkındaligi yukseltmek icin ugrasmayi kapsayabilri. Eger sucluluk duygusuyla ya da kasvetli bi ruhla davranirsak (elimizden geleni yaparken bile daja buyuk perspektife sahip olmamamizdan) daha az etkili olacaktir. Kendi acımızı giderene dek baskalarının acısını gideremeyiz.


Hayatın gerektigi gibi gelistigi olasiligini kavramayi ictenlikle isteyerek, gercek bir baslangic yapariz ve bu dunyanin kederleri arasinda sevincle ilerlemeyi ogrenmis olarak sefkatle davraniriz. Ama bu gelisimimiz, kendimizi degerli bulmanin bir kosulu olarak degil, kesif ve gelisimin pesin kabul ve sevincinden kaynaklanmali.
Kusursuzluk yasası, Esneklik ve Yargısızlık Yasası ile iliskilidir. Hepimiz; kusurun mukemmelligini takdir etmenin yararini gorebiliriz. Hayatın onları dogru zamanda ve dogru yerde karsimiza cikardigini idrak ederek, gunluk hayatlarimizin derslerini kusursuz olarak gorme kapasitemizi genisletebilriz.


Dunyamizda; hem guzel hem korkunc seyler meydana gelebilir. Bazılarından hoslanır ve onaylar, bazilarindan hoslanmaz ve direniriz. Kusursuz inanc; zihnimizin, bizim en yuksek hayrimiz acisindan neyin iyi oldugunun bilemeyeceginin farkindadir. Bu inanc, kusurun mukemmelligini takdir edebilmemiz icin bize ilham verir. Boyle bir farkindalik, daha genislemis bir hayat duygusunun kapılarını acar.


Kusursuzluk Deneyimi:


* “Yeterli!” / “Yeterliyim!” / “Onlar Yeterli!” / “Simdilik yeterli!” demeyi ogrenin


* Basımıza her ne gelirse veya her ne yaparsak kendinize sunu sorun; “Bu hangi acidan kusursuz olabilir? Kusursuz bir ders mi, kusursuz bir fırsat mi? Bundan kusursuz birsey elde edecek sekilde algimi nasil degistirebilrim?”




9. SİMDİKİ AN YASASI


Zaman diye bisey yoktur; gecmis ve gelecek dedigimiz sey, bizim zihinsel yapılarımızın disinda bir gerceklige sahip degildir. Zaman fikri, düsünce ve dilin uzerinde anlastigi bir duzendir. Bir sosyal anlasmadir; gercekte sadece simdiki an vardir.


Biz gecmisin pismanligini duyarken, gecmis o anda zihnimizden baska biyerd mevcut degildir ve o pismanligi zihnimizde olusturdugumuz goruntulerle canli tutariz. Gelecekle ilgili endise duydugumuzda, gelecek o anda zihnimizden baska bi yerde mevcut degildir ve imgeledigimiz goruntulerle o endiseyi zihnimizde canli tutariz.
Genellikle “sorun”larimiz; ister 2 saniye once ister yirmi yil once olsun, zaten olmus biseyi yada gelecek dedigimiz seyde olacagini dusundugumuz biseyi icerir. Simdiki An’da, nerdeyse asla, bir soruna sahip olmayiz.


Simdiki An Yasası; psisemizi enkazdan temizleyebilir ve bizi bir sadelik haline ve ic huzuruna dondurebilri. Bununla birlikte o bize gelecekte yardim etmeyecektir ve gecmiste asla olmamistir. Bu yasa bize; realiteyi, oyle oldugunu dusundugumuz haliyle, oyle olmasini arzu ettigimiz yada olmasindan korktugumuz haliyle degil, oldugu hali ile hatirlatir.


Bedenimiz simdiki an’da yasar. Yapmamiz gereken; olabildigince gevseyerek kendimizi bu an’a birakmak, onu kucaklamak, an be an yasarken karsilastigimiz seyleri adim adim ele almaktir.


Karısiklik icine dusen ya da sabirsizlananlar gelecege yonelik planlarin sadece dusunceler oldugunu ve dusuncelerin degistigini gormeye baslayabilriler. Bu yasayi uygulamak da, her yasa gibi pratik ister. Zihnimizden gecen gecmis ya da gelecekle ilgili bi dusunce yuzunden gerilim, uzuntu ya da sikintiya kapildigimizi hissedebilriz. Sonra nerde oldugumuzu hatirlariz, -simdi ve burda- sonra unuturuz. Sonra daha ve daha cok hatirlariz, boylece simdiki anlarimizin niteligi giderek iyilesir.


Simdiki An Deneyimleme Soruları:


Gercekten zamanin gecisini mi yoksa sadece dusuncelerin gecisini mi deneyimliyorsunuz?
Bu an’dan baska bi andayasayabilir misiniz?
Gecmis; su anda canli tuttugunuz yazili kayitlar, depolanmis anilar, birikmis gerilimler bicimind var olmasi disinda herhangi bi suretle mevcut mudur?
Gelecek zihnimizin beklentileri, projeksiyonlari disinda herhangi bi suretle mevcut mudur?
Gucunuz gecmiste, gelecekte mi yoksa simdide mi bulunur?
Gecmis bir pismanlik, sikinti aninda hissettiginiz duygu gercekten o anda olan biseyden mi kaynaklandi, yoksa bu duygu o anda zihninizden gecen gecmis yada gelecek hakkindaki dusuncelerinzden mi kaynaklandi?
Su anda hayatinizda herhangi bir sorun yada sikinti varmi? Genelde degil “simdi, suanda”. Bu sorunu kac gercek simdiki an boyunca deneyimliyorsunuz?
Simdi sorulari birakin, deriiiin bi soluk alin ve ebedi simdi icinde gevseyin.....




10.YARGISIZLIK YASASI


Evrensel ruh bizi yargilamaz; yargılar insaoglunun icadidir. Yargı, kendimizi yapay, cogu kez idealistce olan kusursuzluk, ahlak dogrulugu, gerceklik standartlarina gore yargilarken kullandigimiz kiyaslama ve hakimiyet kurma vasitasidir.


Eger evren bizi yargilamiyorsa kendimizi ve baskalarini yargilamaya ne hakkimiz var ve kimin standartlarina gore? Herseyi kendi ideal vizyonumuzun ve ideallerimizin kıstasıyla olcup kiyasladigimiz zaman hersey yetersiz kalir. Ancak bu buyuyen, hatalar yaparak ogrenen ve takamül eden gercek insanlarla dolu gercek bir dunyadir.
Bu yasa; ahlakı Tanrı’nin degil insanlarin icat ettigini hatirlatir, Öz’ün bizi asla yargilamadigi, sadece bize dengeleme ve ogrenme firsatlari verdigi onermesiyle baslar.


İdeallerimizin baskisini ve surekli kendimizi kanitlama ve duzeltme ihtiyaci hisseder, yetersiz gelmekten, kendi standartlarimizi karsilayamamaktan korkariz. Ironik bi bicimde en yuksek vizyona sahip olanlarimiz kendine en dusuk degeri verenler olabilir. Kendimizi daha sertce yargilama egilimi gosterdikce, bizim ic durtulerimizi temsil eder gibi, bizi elestiren insnlari hayatimiza daha cok cekeriz.


Yargılar, enerjinin onunu keser, ic savunmalar ve direncler olusturur ve negatif kaliplari yerinde tutarlar. Yargılardan kurtulmak degisim yolunu acar.


“Gençlik gerilerde kalirken ve zaman degisiklikler getirdikce, mevcut fikir ve kanilarimizin bircogunu degistirebiliriz. Oyleyse; kendimizi en yuksek meselelerin yargici tayin etmekten sakinmaliyiz.“
EFLATUN




11.INANC YASASI


Inanç Yasası, bizim okudugumuzdan, işittiğimizden ya da öğrendigimizden daha cok sey bildigimizi kabul temeline dayanir. Daha cok sey bilriz cunku biz daha oteye biseyiz, Evrensel bilgelik ile direkt baglantiya sahibiz; yapmamiz gereken sadece bakmak, dinlemek ve itimat etmektir.


Kendimize itimat ettigimize inaniriz ama aslinda baska birinden ( kitap, ogretmen, rehber, bilimadami, uzman, medyum’dan) gelmis zihinsel bilgiye, kuramlara ve inanclara itimat ettigimizi kesfedebiliriz. Bize ogut verecek, goruslerimizi onaylayacak diger kisilere itimat etme egilimdeyizdir. Kendimizi icimizden baska yerde arayabiliriz.
Uzman rehberlik de kesinlikle bir degere sahiptir. Ogretmenler bize zaman kazandirir, kendi kapilarimizi acmamiza yardim eder, yolu gosterir; kimse bize zaten sahip olamadigimiz biseyi veremez. Kararlarimizin kaynagi ve son soz sahibi olmasi gereken en derin sezgilerimize ve bilgeligimize daha cok itimat gelistirmeye ihtiyacimiz vardir. Aldigimiz ogutlerden once kendi deneyimlerimize dikkat etmemiz gerekir.


Inanc Yasası bize öz’e (Tanri’ya) itimat etmemizi hatirlatir. İlle de disimizdaki Tanrı’ya inanmayi gerektirmez, daha cok evrenin dogal bilgeligine, yasalarina, tum inis-cikislariyla hayatimizin gizemli surecine itimat etmeyi, nereye adım atarsak yolun ayaklarımız altında belirecegini bilmeyi gerektirir.


Zihnimizi aşmamiz, ona saplanip kalmaktan kurtulmamiz gerekir. Kendine itimadin en yuksek dereceye erismesi icin, onun varligimizin (fiziksel-zihinsel-ruhsal-duygusal) tum duzeylerinde olusmasi gerekir.
Bedenimizi dinler ve bize gostermesine izin verirsek; felsefeler olmadan da bedenimizin ihtiyac duyulan seyi bildigini ve yapabildigini kesfederiz.


Zihnimize bilgi depolama yetenegi acisindan degil ama yuksek bilgelige ulasma yetenegi acisindan itimat edebilriz. Boylece beynimizin bilgisayar degil, her istasyona ayarlanabilecek bir radyo olarak is gorudugunu anlariz. Baska bi deyisle; bilgi beynimizden gelmez, beynimiz “vasitasiyla” gelir.


Kendimize itimat etmemiz; Inanclarimizi bir kenara supurerek, en derin sezgilerimize itimat etmemiz anlamina gelir. Bunun otesinde, sezgi dedigimiz sey, spirituel yasalar olarak tezahur eden aynı evrensel zekadan beslenir.
Öz’e (icimizdeki Tanrı’ya) itimat ettigmizde, kendimize daha cok itimat ettikce; hayatimizin her durumunda is goren yuksek bilgelik ve sevgi duzenini daha cok hissederiz, -en yuksek hayrimiz icin- hatalar yapip, onlardan ders almaya istekli olmayi durumudur.


Öz’e gercekten itimat etmeyi ögrendigimizde; öz’ün sadece kendi icimizde degil baskalarinin da icinde oldugunu kavrar; Öz’un “kendimiz” ve “baskalari” dedigimiz parcasina da itimat edebiliriz.
Bu yasa; sadece tum durumlarin bize hizmet ettigine inanmak ya da ummak degil, yuksek bilgelige dayanan direkt kabuldur, (butune-olana-evrene-tanri’ya-kendimize) itimat etme cesaretidir.




12.BEKLENTİLER YASASI


Enerji düşünceyi izler; biz hayal edebildiğimiz şeye doğru ilerleriz, onun ötesine değil.
Varsaydığımız, beklediğimiz ya da inandığımız şey
deneyimimizi yaratır ve renklendirir.
Beklentilerimizi değiştirerek, hayatın her alanındaki deneyimimizi değiştirebilriz.


Deneyimlere dayanan inanclar yarattigimiza inaniriz ancak beklentiler yasasi bunun tersini beyan eder. Inandigiz ya da bekledigimiz seyler, zaman icinde, en derin ya da bilinalti duzeylerde, dış realitemizi sekillendirir.


Deneyim yaratmanin anahtarini “bilincalti” saglar. Her gun kendine kendilerine pozitif sozler tekrarlayan insanlar bir fikir veya niyet olusturabilir ama eger bilincalti olduklari yerde kalmayi bekliyorsa, orada kalacaklardir.


Bilincaltinda ne beklediginizi gormenin bir yolu, hemen simdiki hayatlariniza bakmaktir. – hayatimizin hos olan ve olmayan yanlarina – Sorunlarimiz negatif beklentilerimizi, nimetlerimizse pozitif beklentilerimizi aciga vurur. Beklentilerimizin mevcut hayatmizdaki etkilerini bir kez takdir ettigimizde, artik bize hizmet etmeyen beklentileri degistirmek icin gerekli adimlari atabiliriz.


Ilk anahtar: Hayal ettigimiz seyle ilgili ses ve duygu iceren, canli gorsel imgeler yaratmamiz - ve mumkun oldugunca cok duyu kullanmamiz - gerekir. Boylece imgeler zamanla, bilincaltimizda izlenimler yaratacaktir ve bilincalti dunyada yasadigimiz deneyimlerle, icimizde yarattigimiz yada imgeledigimiz deneyimleri birbirinden kuvvetli bi sekilde ayiramaz.


Ikinci anahtar: Istedigimiz yada sahip oldugumuz seyleri beyan ederken ortaya cikan aykiri mesajlara dikkat etmemiz, sonra bu aykiri mesajlari dikkat cekecek kadar negatif bicimde, yuksek sesle, abarti sekilde beyan etmemiz gerekir. Ornegin ekonomik bagimsizliga sahip oldugumuzu beyan ederken, ayni zamanda “Bu sacma, tamamen meteliksizsin” diyen bi duygu varligini hissediyorsak bu aykiri mesaji da yuksek sesle (hatta jack nicholson’vari sert tavirla sahneleyerek) tekrarlamaliyiz.


Diger insanlar ve dunya hakkindaki beklentilerimizi degistirdigimizde – degistirir gibi yapmayıp, gercekten degistirdigimizde – hayatimizin seklini de degistirebilriz.




13.DURUSTLUK YASASI


Gerçek iç realitemizi tanimak, kabul etmek ve ifade etmek durustlugun kalbini olusturur; ancak kendimize durust oldugumuz zaman baskalarina karsi da durust olabilriz. Butunluk anlaminda, durustluk, negatif durtulere ragmen yuksek yasalara uygun davranmayi gerektirir.


Durustluk Yasası; yuksek yasalari ve derhal gerceklesen, sakinilmaz ve kacinilmaz icsel sonuclari isaret eder. Dış davranis dusturlarini icerir ama onlar uzerine odaklanmaz, kendimize karsi durust olmamiz (icsel butunlugumuz) cevrsinde merkezlenir.


Eger eylemlerimizi kiskanclik, hirs, kurnazlik vb.. durtulerin yonetmesine izin verirsek, bu eylemlerin sonuclari derhal evrenin ve kendi psişemizin mekanigine dahil olur. Yuksek yasalara uymadigimiz icin cezalandirilmaya ihtiyacimiz yoktur, eylemlerin kendisi “cezadır”.


Baskalarina yalan soyleyebilmemiz icin once kendimize yalan soylememiz gerekir. Karisik gudulerle konustugumuz zaman henuz butun degilizdir. Durustlugun ilk adimi, catisan yanlarimizi uzlastirmamizi gerektirir ki, boylece niyetimizi soyleyebilelim ve soyledigimiz gercekten niyetmiz olsun.


Korkunun gercek duygularimizi ve ihtiyaclarimizi ifade etmemizi engellemesine izin verdigimizde, (ima etme, gormezden gelme, sızlanma, baskalarinin ne hissettigmiz bilmesini bekleme, insanlara duymak istediklerini soyleme, sözcükleri incitmek-yonetmek icin kullanma vb...) yani aldatici bir iletisim icine girdigimizde; o an icin istedigimizi elde etmis gorunebilirz ama uzun vadede en cok ihtiyac duygdugumuz ic isigimizi yitiririz.


İçimizin derinlerindeki durtulere ragmen butunlukle (durustlukle) davrandigimizi bildigimiz zaman, icimizdeki yuksek enerji ve ilham kapilarinin acildiklarini hissederiz. Butunlukle davrandigimiz, gercek ihtiyaclarimizi ve duygularimizi ifade etme casaret ve bilgeligine ulastigimizda; kisisel ve mesleki iliskilerimiz yeni bir hayat bulur, hedeflerimiz gerceklesir, hayatimizda derin degisimler yasariz.


“En yuksek ışığına göre yaşa;
Ve sana daha fazla ışık verilecektir!” (P.P.)




14.YUKSEK IRADE YASASI


Ayriliktaki benligimizin ve kucuk irademizin gorus noktasindan bakildiginda, kendi arzularimiz ve tercihlerimizi esas alarak davranmamiz normaldir; kucuk benligimizi ve irademizi yuksek bir iradenin rehberligine teslim ettigmizde ve eylemlerimizi ilgili herkesin en yuksek hayrina adadigimizda, hayatimiizn merkezinde ilhamli bir şevk hissederiz.


Yuksek irade yasası; inanclarini nihai gercekle karistiranlara, baskalarinin kendi yollarini izlemelri gerektigini unutarak kendi inanclarini empoze etmeye calisanlara, kendi kendini baltalama egilimi olanlara, kendi iyiliginden/niyetinden gizlice kuskulananlara, hayatina daha derin anlam kazandirmanin yollarini arayanlara, yanliz hissedenlere, kendini diger egolarla savasir bulanlara yardimci olur.


“Senin iraden olsun!” deyip yol gosterilmeisni bekledigimizde zihinin fazla yardimini goremeyz. Cunku zihin oyunu soyle oynar; “eger ben öz’ün bir parçasıysam ve öz benim parçam ise, o zaman ben ne istersem bu öz’ün iradesidir.” Bu nihai olarak dogrudur ancak ego yada ayriliktaki benlik butunu dusunmeden istedigini yapma egilimindedir. Dunyanin cektigi ıstraplarin coguna butunu dusunmeyen bi suru ayri, kucuk benlik yol acar.


Bunu kendi hayatinizda uygulamak icin icsel olarak kendinze su soruyu sormaniz gerekiyor “eger icimde sefkatli ve herseyi bilen bir Öz bana suan yol gosteriyor olsaydi, bu durumda ne yapardim?” Öz bizim vasitamiz ile is gorur, bizim sadece onu cagirmamiz, temas kurmamiz gerekir. Sonra ne yapacagimizi bilriiz (sonra icmizde yer alan en yuksek ve en iyi adina davraniriz)


Yuksek İradeye cagrida bulunmak kisisel tercihleri ve cikarlari aşan gudulerle, ilgili herklesin en yuksek hayri adina hareket etmeyi gerektirir. Kucuk benlik iradesiyle is gordugumuzde sinirliyizdir. Sonuclar elde edebilriz ama duşersek yanlız duseriz.


Bize yol gostermesi icin yuksek iadeye basvurdugumuzda; genisledigimizi, yucekdigimizi, daha buyuk amacla baglanti kurdugumuzu hissederiz. Hayatimiz daha derin ve yuksek bi anlam kazanir. Bu icsel yuksek irade duygusyla uyum icine girdigimizde, soyledigimiz/yaptigmiz herseyi herkesin yuksek hayrina adadaigimizda, sefkat, sevgi enerjileri ve ışık gunluk hayatimiza girer.


Uygulama:


Gunluk hayatnizda sorun olarak ugrastiginiz, bi secim yada kararinizi dusunun. Once “zihnim ne yapmak istior?” diye dusunun, sonra “ yuksek benligim, benim bilge, sevecen, sefkatli yanim ne yapmak istiyor?” diye sorun. Sorunu duygu merkezinizde (kalbinizde) tutarak, ictenlikle “benim degil, senin iraden olsun” deyin. Sonra dinleyin ve hissedin. En derin hislerinizin gosterdigi yolu izleyin.




15. EYLEM YASASI


Ne hissedersek hissedelim, ne bilirsek bilelim, potansiyel yeteneklerimiz ne olursa olsun, sadece eylem onları hayat geçirir. Kararlilik, ceasret ve sevgi gibi kavramlari anladigini sadece dusunenler, bigun, ancak yaptigimiz zaman bildigimizi kesfederler; yapmak anlamaya donusur.


Bu dunyada eylemde buunmak kolay degildir. Tum sözcükleri, kavramları ve fikirleri eyleme donusturmek enerji gerektirir; ozveri gerektirir. Guvensizligi, uyuşuklugu, kayıtsızlıgı, mazeretleri ve mevcut durumu sarsacak bir sey yapmamak, gidişatı sürdürmek için bulabilecegimiz yuz tane iyi nedeni aşarak, engellerin usteisnden gelmemiz gerekir. Ama hayattan aynı mesajı almaya devam ederiz. “Yapmamız gereken seyi yapmamız, onu yapmayıp iyi bi neden bulmaktan daha iyidir!” Bu mesaj eylem yasasini ifade eder.


Binlerce motive edici konusmacı yattıgımız yerden kalkmamız, yeni bir hayat baslamamız, biraz çaba, irade ve disiplin gostermemiz icin bize ilham vermeye calisir. Yine de cogumuz duygusal, zihinsel veya fiziksel acı harekete gecmemizi gerektirecek kadar agirlastiginda eyleme geceriz.


Gelin bunu degistirelim!!! Gelin eylem ve degisikligin basta sıkıntı, caba ve enerji gerektirdigini kabul edelim. Eylem; dusunce ve duygulardan daha gucludur. Ne hissedersek hissedelim, ne dusunursek dusunelim kuvvet v ecesaretle davramamız gereken zamanlar vardir.


Bu dunyanin sukunetli savascilari izin beklemezler; hangi eylemde bulunmalari gerektigini bilir, hissederler ve cesaret ve butunluk (oz’u sozu birlik) yolunu secerler. Kalpleri onayliyorsa korku, guvensizlik duygularina ragmen eyleme gecerler. Zihnimiz , gecmisten bazı sesler yankılandırabilir. (yapamazsın!, gucun yetmez, incinirsin, basaramzsin...) cok gecmeden bu sesler artık nadiren gelmeye baslar.


Altı yaşındayken arkadasım insa halindeki iki katlı evin damından asagidakli kum yiginina atladı. Ben korkmustum ve 45 dakika beni ikna etmeye calisti. En son soyledigi soz beni cok etkilemisti. “Dusunmeyi bırak ve atla”. O an dusunmeyi bıraktım ve kendimi bosluga biraktim, harika bi duyguydu.


Jill isimli bi jimnastikcinin antrenorlugunu yapiyordum ve yeni bir haraketi ilk defa yardimsiz ve guvenlik minderleri olmadan yapmasi gerekiyordu. Bariyerlerin uzerine cikti ve durdu...
J : Yapamiyorum, korkuyorum!
A : Haklisin, ben de olsam korkardim, nerende hissediyosun?
J : Midemde, kaslarimda, heryerimde gucsuzluk hissediyorum...
A : Yani korkuyorsun...
J : Evet!
A : Bunu acikliga kavusturduguna gore artık yapabilrisin! ... Korkunun birseyi yapmamak icin bi neden oldugu fikrini sana kim verdi? Cesaret gosterme sansina sahip oldugun tek zaman korktugun zamandir. Korku duymak iyidir. Hazir olmadigini gosteren bi isaret olabilri ama senin suanki durmun bu degil. Korku harika bi hizmetkar, kotu bi efendidir. Onu istedigin kadar hisset, butunuyle deneyimle ve inisi gerceklestir.


“Riske girmekle birleşmedikçe, vizyon yeterli olmaz.
Merdiven çıkmadıkça, o merdivenlere gözünü dikip bakmak yetmez.”
-Vance Haner-


Eylemi Deneyimleme:


Bi giris kapısının 3 m. Gerisinde ayakta durdugunuzu imgeleyin. Disari cikmak istiyorsunuz cunku disarda guzel bi gun var. Disarisi en yuksek umutlarinizi, aziz hedeflerinizi, onu yasamak icin dogmus oldugunuz hayati temsil ediyor.


En son korku veya asiri guvensizlik duydugunuz zamani hatirlayin. Korkuyu hissedin! Sonra o duyguyu disimiza atlamis Bay veya Bayan Korku olarak imgeleyin.


Simdi acik kapiya, mutlu geleceginize dogru yuruyorsunuz. Tam cikacakkken Bay/Bayan Korku onunuze dikiliyor ve “Dur bu senin icin cok fazla, Gidemezzzsinnn!” diyo


Hayatimizda bicok kez durdurulmamiza, yavaslatilmamiza, kafamizin karistirilmasina izin verisimiz gibi Bay/Bayan Korku’nun sizi durmdurmasina izin verin. Ve bunu butunuyle deneyimleyin, hisssedin.


Bu senaryoyu tekrar tekrar, ayni hizda canlandirin.uzulene kadar degil ama kızana kadar.. bu biz sure alabilri, tekrar tekrar o duyguyu deneyimleyin. Gercekten ofke duydugunuzda son adimi atmaya hazirsiniz demektir.


Aynı sahneyi yeniden oynatin, bu kez Bay/Bayan Korku sizi durdurmaya veya ikna etmeye calistiginda yokmus gibi davranin ve sadece kapıdan cikip gidin.


Disari cikmayi ne kadar cok istediginizi hatirlayin, hayat yolunuza devam edin. “yapmamaniz gerek” yonundeki tum sebeplere ragmen devam edin, hedefinize odaklanin, Bunun ne farklı bi duygu verdigini hissedin. Saf eylemin prensibini ve gucunu hissedin.




16.DEVRELER YASASI


Dogal dunya, gunduz ve gece gibi ve mevsimlerin gecisi gibi, buyuk bir devreler modeli icinde var olur. Mevsimler birbirini itmezler; ne de bulutlar gokyuzunde ruzgarlarla yarisirlar; hersey tam zamaninda vaki olur. Herseyin bi yukselis ve dusus zamani vardir. Yukselen hersey duser ve dusen hersey tekrar yukselecektir. Bu “devreler” prensibidir.


Değişik enerji formları değişik hızlarda titreşirler; nehirler gibi, enerji yüksek bir düzeyden alçak bir düzeye akar, tekrarlanan devrelerden geçer, soluk alıp verişimiz gibi genişler ve sonra daralır.


Evrende herşey bir enerji formu olduğundan herşey Devreler Yasası’nın hakimiyet alanına girer. Güneşin doğuşu ve batışı, ayın büyümesi ve küçülmesi, dalgaların gelgiti, mevsimlerin dönüşü. Bu bize herşeyin bir zamanı olduğunu hatırlatır. Herşeyin bir en uygun ve bir de en uygunsuz zamanı vardır.


Enerji yükselirken eylem ya da düşünce başarıya kolayca ilerler, düşüşe geçmiş bir devrede etkisi başarısız olur. Eyleme geçmemiz gereken zamanlar ve hareketsiz kalmamız gereken zamanlar vardır, konuşmamız gereken ve susmamız gereken zamanlar vardır, çalışmanın bir zamanı ve dinlenmenin bir zamanı vardır, yükselen bir devreden yararlanmanın zamanı ve içimize dönüp sabırla bekleyerek bir sonraki yükselen dalgaya hazırlanma zamanı vardır. Çok az şey, doğru şeyi yanlış zamanda yapmaktan daha düş kırıklığı yaratıcı olabilir. Bir devre uygunsuz olduğunda, onun yeniden yükselmesini bekleriz.


Herbirimiz kendi ritimlerimize sahibiz. Devreler yasası ile uyum ve ritim içinde akmayı öğreniriz.


Malcom X’in hayatı bu yasanın örneğini sunar. Hayatının en aşağı noktasında (10 yıl hapis) kaderine direnmek ve yakınmak yerine hapishaneyi kozaya dönüştürdü, çalıştı, okudu. Bu koza içinde geçirdiği başkalaşım kednisinin ve birçok insanın hayatını dönüştürmesine yol açtı ve büyük bir lider olarak ortaya çıktı. (Esneklik Yasası ile birlikte kullanmıştır)


Genel olarak hayatınızda, okul-iş vb alanlarda kolyalık ve zorluk dönemlerinizi (devrelerinizi) düşünün. Herşeyin yolunda gider göründüğü zamanlarda posa yığınları arasından kendinize yol açmaya çalıştığınız zamanları düşünün. Hayatın dairesel bir devir oldugunu idrak edersek, belirli bir güvenliğe ve zamanlama duygusuna kavuşuruz.


“Sabır kuvvettir;
Zaman ve sabırla, dut yaprağı ipek haline gelir.”
Çin Atasözü




17. SEZGİ YASASI


Artık kendi kimlik ya da deger duygumuz icin baskalarinin fikir ve kanılarına guvenmedigimiz, onlara tabii olmadigimiz zaman, ancak o zaman kendi sezgi ve bilgelik kaynagimizla temasa gecebiliriz. Hepimiz biseylere tapinma egilimindeyizdir; mesele kanı tanrısına mı yoksa kalbimizin tanrısına mı tapınacagimizdir.


Sezgi Yasası; bu dünyaya güçlü bir kimlik, merkez veya içsel yön duygusu olmadan gelenlerimiz için gerekli kaldıraç gücünü sağlayabilir. Kimlik duygusu edinebilmek için başkalarının bizimle ilgili onay, destek ve fikirlerine ihtiyaç duyarız. Başkalarının kanılarını izlemekle çok meşgul olduğumuzda, kendi sezgi duygumuzla, “kalbimizin tanrısıyla” teması yitirmek kolaydır.


Başkalarının kanılarına duyarlı olarak; onlara benlik duygumuzu onaylayacak ya da tehdit edecek gücü veririz, onların beklentilerine göre şekillenir ya da incinmeye açık hale geliri.


Başkalarının tüm kanılarına direnerek; tepki gösterir, kendi kanılarımızı “gerçek” olarak yüceltiriz. Hatta farkında olmadan insanların kendi süreçlerinin kutsallığına saygı göstermeyerek onlara tahakküm etmeye (zorla hükmetmek) kalkışabiliriz.


Kendimizi kontrol etmemiz ve dengelememiz için başkalarına danışmakta yanlış bişey yoktur. Farklı bakış açıları bize daha geniş bir perspektif sağlar. Ancak hayatımızı bir komite ile idare edemeyiz.


Sezgi Yasası bize; kanı’ları, kanı tanrısını izlediğimiz zamanları fark edip, otoriteyi (yetkiyi) kalbimizin tanrısına ve sessiz iç sesimize devretmeye başlamamızı hatırlatır. Kendi hayatımız için neyin en iyi olduğunu tayin ettiğimiz ve başkalarının da aynı şeyi yapmalarına izin verdiğimiz o yeri gözden kaçırmadan, başkalarının öğüt ve kanılarını dinleyebiliriz. O zaman; onlara bağımlı kalmadan görüşlerinden yararlanmakta özgür oluruz; eğer kanı bize uygun gelmiyorsa kolaylıkla bırakabiliriz, direnmez, görmezden gelmez, peşinden koşmayız; Tüm görüşleri kalbimizin bilgeliğine ve onayına sunarız.


“Giderek, söyleyecek daha az şeye sahip olduğumu gördüm,
sonunda sessizleştim ve dinlemeye başladım.
Sessizlikte, Tanrı’nın sesini keşfettim.”
-Soren Kierkegaard-

5 Nisan 2016 Salı

Kedi Fobisi ile Kadın Korkusu İlişkisi









Kedilerin, kadınsı bir varlık olarak görülmesi aynı zamanda anatomik bir takım özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bir kedinin partnerine kur yaptığı esnadaki tavırları ve bir kedinin yürürken ortaya çıkan kalça hareketleri ve bir takım fiziki özellikleri kadınların bazı davranış ve fiziksel hareketlerini andırır. Bu yüzden kedi yürüyüşünden yola çıkılarak moda'da podyuma çıkan mankenlerin ünlü "catwalk" yani "kedi yürüyüşü" bu anatomik özdeşleşmeden gelmektedir. Sigmund Freud'ta rüyalardaki sembollere çeşitli manalar yüklerken kedinin kadını, köpeğin ise erkeği sembolize ettiğini ifade eder. Kedi, antik Mısır'da Bast veya Bastet adıyla bilinen ve tarihçi Herodot'un yazılı kaynaklarında yer bularak tanınan Ana Kedi Tanrıça'sıdır.

Antik Mısır'da öbür dünyanın yer yüzündeki sembolü olarak görülen kediler, aynı zamanda çekinilen varlıklarıyla bir yandan çok büyük saygı görürlerdi. Mısır Firavunları kendi kedileriyle birlikte gömülmek isterler hatta kediler firavunların yanından mumyalanarak lahit mezarlara defnedilirlerdi. İlginç olan ise antik Mısır'da bir Tanrıça olarak saygı duyulan kediler, aynı zamanda kadınları sembolize etmiştir.

Kedilerin, kadınsı bir varlık olarak görülmesi aynı zamanda anatomik bir takım özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bir kedinin partnerine kur yaptığı esnadaki tavırları ve bir kedinin yürürken ortaya çıkan kalça hareketleri ve bir takım fiziki özellikleri kadınların bazı davranış ve fiziksel hareketlerini andırır. Bu yüzden kedi yürüyüşünden yola çıkılarak moda'da podyuma çıkan mankenlerin ünlü"catwalk" yani "kedi yürüyüşü" bu anatomik özdeşleşmeden gelmektedir. Sigmund Freud'ta rüyalardaki sembollere çeşitli manalar yüklerken kedinin kadını, köpeğin ise erkeği sembolize ettiğini ifade eder.

Cinselliğin bastırıldığı toplumlarda baba figürünün kızını kadın gibi davranmak erkeklerin dikkatini çekmekten dolayı cezalandırması ya da çocukluğu boyunca kadın gibi davranmanın iç güdülere ne kadar zararlı olduğunu anlatması o kız çocuğunun beyninde kadın olmanın tehlikeli olduğunu kodlamaktadır. Bu kodlamalarla büyüyen bir kız çocuğu da kadınsı bir varlık olarak gördüğü kediden korkmaktadır. Aynı durum kadınlardan korkan erkeklerde de görülmektedir. Kadınlarla ilgili travmatik ve onlardan korkacağı anlar yaşamış erkekte ileriki yaşlarda mutlaka kediden korkacaktır.




Kedi fobisi en yaygın görülen fobilerden biridir. Kedi fobisinin bilim dilindeki adı Yunanca bir terim olan Ailurofobi'dir. Bilim adamlarının kedi fobisi olan insanlar üzerinde yaptığı psikolojik araştırmalar sonucunda bu fobinin oluşmasında iki sebep olduğu saptanmıştır. Sebeplerden ilki kişilerin çocukluk dönemlerinde bir kedi saldırısına uğramış olması, ikinci sebebi ise kişilerin çocukluğunda ebeveynleriyle yaşadıkları bir takım ilişkilerdir. En şaşırtıcı ve ezber bozan bu ikinci sebebi araştırmadan önce kedilerin tarihte nasıl algılandığına yönelik bir kaç tarihsel notu aktarmak çalışmaya yararlı olacaktır.

İnsanlık tarihinde köpekten daha çok merak edilen hayvan kedi olmuştur. Günümüzde hala kedi ırklarının tamamı net bir biçimde ortaya çıkarılamadığı gibi evrimsel açıdan bakıldığında doğası gereği evcilleştirilememesinden kaynaklı olarak ekolojik sistemde üst sınıflarda olan bir hayvan olduğu kabul edilmektedir. Kedilerin insanoğluyla tanışması 9500 yıl öncesine gider.


Ailurofobi yani kedi fobisinin, ilk ciddi sebeplerinden biri kişilerin çocukluklarında yaşadığı bir takım travmalarla başlamaktadır. Örnek vermek gerekirse çocukluğunda kedi saldırısına uğrayan insanlarda yıllar içinde kedi fobisi ortaya çıktığı görülmektedir. Ancak kedi fobisine sahip insanlar üzerinde yapılan araştırmalar bu bilinen ezberi bozar niteliktedir. Kedi fobisi taşıyan insanların büyük çoğunluğu çocukluğunda herhangi bir kedi saldırısına maruz kalmadıklarını hatta kedilerden herhangi bir zarar görmediklerini itiraf etmişlerdir. Bu ilginç durum kedi fobisinin bambaşka sebepleri olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu ilginç durum "kadın korkusu" kavramıyla ilişkilendirilmektedir. Kadınlar, çocukluklarında yaşadıkları bazı Freudyen travmalara bağlı olarak karşı cinsle ilişkilerinde hissettikleri tecrübesizlik, korku ve çekingenlik olarak tanımlanan cinsel bir takım sorunlara verilen isme "kadın korkusu" denilmektedir. Ebeveynlerle alakalı olduğu düşünülen bu travmatik durumu kedi fobisiyle birleştirerek açıklayan Sigmund Freud olmuştur.



Sigmund Freud'un "kadın korkusu"na bağlı olarak oluştuğunu düşündüğü "kedi fobisi" ilişkisi üzerine psikolojik tespitleri şu şekildedir:
Cinselliğin bastırıldığı toplumlarda baba figürünün kızını kadın gibi davranmak erkeklerin dikkatini çekmekten dolayı cezalandırması ya da çocukluğu boyunca kadın gibi davranmanın iç güdülere ne kadar zararlı olduğunu anlatması o kız çocuğunun beyninde kadın olmanın tehlikeli olduğunu kodlamaktadır. Bu kodlamalarla büyüyen bir kız çocuğu da kadınsı bir varlık olarak gördüğü kediden korkmaktadır. Aynı durum kadınlardan korkan erkeklerde de görülmektedir. Kadınlarla ilgili travmatik ve onlardan korkacağı anlar yaşamış erkekte ileriki yaşlarda mutlaka kediden korkacaktır. Psikiyatr Prof. Dr. Kerem Doksat kedi fobisinin sadece kişilerin çocukluklarında yaşadıkları travmalara bağlı olmadığını söyleyerek bu rahatsızlığa evrimsel bir boyut kazandırıyor:


Bütün fobilerin aslında evrimsel bir kökeni vardır. Freud'un iddia ettiği gibi sadece çocukluk çağında yaşanan olaylar tek başına bir sebep değildir. Hayvanlara duyulan korku yani zoofobi de en sık rastlanan fobilerden biridir. Özellikle tüylü, dişli ve kuyruklu hayvanlara olan fobi çok yaygındır. Niçin böyledir, derseniz, nesiller boyu bütün memelileri en çok onlar öldürmüştür de ondan. İşin arkaik yani evrimin ilk zamanlarından beri genlerimize işleyen bir tarafı var. Biz doğuştan korkulara karşı kodlu doğuyoruz.
Ama Doksat, Freud'a hak verdiği noktaların altını şu şekilde çiziyor:


Fobinin ortaya çıkış şekli, kişiden kişiye değişebiliyor elbette. Bazı insanlarda özellikle çocukluk çağında yaşanan travmalar, yetiştirilme, genetik kodları aktif hale getirip büyütüyor. Freudyen yaklaşımda, özellikle ebeveynlerden biri veya ikisi ürkütücü ise çocuk ondan çok çektiyse, bu öfke ve korku bastırılıyor ve sembolik bir hayvana dönüştürülüyor. Bazı insanlar bunu özellikle kedilerde sembolleştirir. Bu tür vakalar iyi incelendiğinde kedi korkusu olarak dışa vuran korkunun aslında özellikle baba ile sorun yaşayanlarda ortaya çıktığı görülür.
Kediler Orion yıldızından geldiler... Kedi ırkı asırlar önce insanlara yardım etmek üzere dünyaya gelmiştir. Ailelerin pek çoğu kendilerini evdeki kedilerine bakıyor zanneder ama aslında kediler onlara bakmakta ve korumaktadırlar... Diana Cooper


Kaynakça


ATALAY, Ö. (2004). Kedi ve Köpeklerin Bazı Davranış Problemleri ve Sağaltım Seçenekleri. Erciyes Üni. Vet. Fak. Dergisi I (2). ss. 147-153, s. 149.

Sarıbaş, Ş. (25.09.2005). Kedilerden korkmak şımarıklık değil, Bunun tıpta bir adı var: Ailurofobi. Hürriyet Gazetesi Pazar.
Derleme : Yavuz Tellioğlu

Yaşam Enerjiniz Yükseltin





Kalbinizden ‪Nefes‬ Alıp Verin;

Nefes alıp vermek, ‪enerjiyi‬ dönüştürmenin en basit yollarından biridir.

Bu alıştırmayı, gün boyunca yapabilirsiniz: Ellerinizi kalbinizin üstüne koyun ve nefes alıp verirken kalbinizin hareketini hissedin. Bu, sakinleştiricidir ve dünyaya sevgi, huzur ve uyum enerjisi yollar.

Aynaya‬ Bakın;

Mücadele gerektiren bir duruma tepki vermeden önce bir aynadaki yansımanıza bakarak duygu ayarı yapın. Hiç kimse kendini zehirli bir tarzda hareket ederken görmek istemez. Size aptalca gelebilir ama bu düşüncenin sizi durdurmasına izin vermeyin. Kendimizi fazla ciddiye almak, negatif düşüncenin nedenlerinden biridir.

‪İfade‬ Edin;

Stres, daha sonra pişman olabileceğimiz tarzda davranmamıza yol açabilir. Sorunlu duygulara sahip olmak normaldir ve hislerinizi tanıyıp kabullenmek önemlidir. Yalnızca enerjiyi kendinize, başkalarına ve dünyaya bir “zehirli ok” gibi göndermemeye dikkat ediniz.

Sevdiğiniz Birinin Yüzünü ‪Düşünün‬

Duygularınızın ardındaki enerji tüm canlılara yayılır. Duygularınızın ardındaki enerji tüm canlı varlıklara yayılır. Sizin için sorunlu olan duyguları tetikleyen biriyle karşılaştıysanız, sevdiğiniz birini düşünün ve size meydan okuyan kişinin siması yerine sevdiğiniz kişinin simasını koymaya çalışın. Örneğin, bir küçük yavru kedinin siması veya sevdiğiniz bir çiçeğin imgesi ile de çalışabilirsiniz.

Sözlerinize Dikkat Edin

Düşünceleriniz ve duygularınız gibi sözleriniz de içinde yaşadığımız dünyayı ve deneyimlerinizi değiştirme gücüne sahiptir. Bu, yüksek sesle başkalarına söylediğiniz sözler kadar sessizce kendinize söyledikleriniz için de geçerlidir.

Kendinize iyi bir ‪İnsan‬ olmadığınızı söylemekteyseniz bu gerçekliği tezahür ettirmeye başlarsınız. Zihninizi olumlu sözcüklerle doldurun ki hayatınız da olumlu yönde açılıp genişlesin. “Abrakadabra” kelimesi, Arami dilinde “Konuştuğum üzere yaratacağım” anlamına gelen “Abraq ad habra” cümlesidir. Çocukken, ne anlama geldiğini bilmeksizin, kim bilir ne kadar sık söylemişizdir bu cümleyi.

Başkalarında ‪Tanrısallığı‬ Görün

Istırap çektiğini algıladığınız kişilere acımayınız; bu, onları yalnızca daha da derin bir ıstıraba sevk eder. İnsanları kendi ilahi ışıkları ve kusursuzlukları içinde gördüğünüzde, zorluklarıyla başa çıkmak için ihtiyaçları olan kuvveti onlara vermeye yardımcı olursunuz. Algılamanın gerçekliğinizi yarattığını unutmayın.

Doğayla Bağlantı Kurun

Bizler doğanın birer parçasıyız. Stres durumunda olduğumuzda doğanın temel unsurlarından –toprak, hava, su ve ateş (güneşteki gibi)– beslenmemiz kesilir ve gerçekten hastalanabiliriz. Doğa, en büyük‪ şifacıdır‬. Sık sık zaman yaratıp doğal dünya ile bağlantıya geçin.

‪Suyla‬ İyileşin

Suyun yaşam gücü acılarınızı yıkayıp götürebilir ve en basit faaliyetlerin bile şifa verici bir etkisi vardır. Ellerinizi yıkarken, duş alırken veya yağmur altında ıslanırken negatif enerjinin sizden uzaklaştığını ve ışığa dönüştüğünü ‪imgeleyin‬.

Kendinizi Işıkla Koruyun

Birinin size psişik açıdan saldırdığını veya enerjetik açıdan düşmanca davrandığını hissederseniz, etrafınızı saran koruyucu bir ışık imgeleyin. Bazıları bunu beyaz bir enerji alanı olarak düşünmektedir; ben ise şeffaf ve mavi bir yumurtanın içinde olmak şeklinde imgeliyorum. Size uygun rengi bulmaya çalışın. Bu sizi, size doğru yollanan zararlı enerjilerden koruyacaktır.

Sevgiyle Yanıt Verin

Başkalarından gelen negatif ve zehirli enerjilerin alıcısı olmanız gerekmez. Sevgiyle almak istemediğiniz enerjiyi geri çevirebilirsiniz. Sevgiyle yanıt vermek ise bir saldırı pozisyonu almanızı ve daha çok negatif enerji yaratmanızı önleyecektir. Şifa veren tek şey ‪sevgidir‬.

Sandra İngerman

3 Nisan 2016 Pazar

DÖRT ANLAŞMA, Toltek Bilgelik Kitabı








Etrafınızda olan biten hiçbir şeyi kişisel algılamayın. Sizi caddede gördüğümde, sizi tanımadığım halde “Hey, sen bir aptalsın” dersem bu sizinle değil benimle ilgilidir. Eğer bunu kişisel algılarsanız, aptal olduğunuza bile inanabilirsiniz. Belki de şöyle düşünürsünüz: “O aptal olduğumu nasıl biliyor? İçimi mi görüyor yoksa herkes ne kadar aptal olduğumu görebiliyor mu?”

Kişisel algılamak, ancak söylenen şeye katılmakla mümkündür. Söylenen şeyle anlaşma yaptığınız anda, zehir zihninize yayılır ve cehennem rüyasının tutsağı olursunuz. Sizin bu tuzağa düşmenizin nedeni bireysel önemlilik denilen şeydir.

Bireysel önemlilik ya da kişisel algılamak, bencilliğin en üst düzeydeki ifadesidir. Çünkü herşeyin “kendimizle ilgili” olduğunu varsayarız. Eğitim sürecimiz içinde, ehlileştirilme sürecimiz içinde herşeyi kişisel algılamayı da öğreniriz. Herşeyin merkezinde kendimizin olduğunu düşünürüz. Ben, ben, ben daima ben!

Diğer insanlar merkeze sizi koyan hiçbir şey yapamaz. Yaptıkları her şey kendileriyle ilgilidir. Herkes kendi rüyasını yaşar, kendi zihinlerinde oluşturduğu rüyayı

yaşar. Bu rüyalar bizim rüyamızdan tümüyle farklıdır.

Bir şeyi kişisel algıladığımızda, onların bizim dünyamızın nasıl olduğunu bildiklerini varsayarız.Ve kendi dünyamızı onların dünyasına empoze etmeye çalışırız.

Durumun son derece kişiselmiş gibi göründüğü anlarda bile, başkaları direkt olarak size hakaret ediyor olsa bile, yine de sizinle ilgisi yoktur. Söyledikleri ve yaptıkları şeyler dile getirdikleri fikirler kendi zihinlerinde yaptıkları anlaşmalar doğrultusundadır. Kişilerin bakış açıları, ehlileştirilme sürecindeki programlarından oluşur.

Birisi size, ”Hey, sen çok çirkinsin” dese bile, bunu kişisel algılamayın. Çünkü gerçek şu ki, bu kişi kendi duygu, düşünce ve inançlarını ifade ediyor. Bu kişinin size gönderdiği zehri kabul edip etmemek kişisel algılamayla ilgilidir. Eğer zehri kabul ederseniz onu size ait kılarsınız. Kişisel algılamak sizi kara büyücüler için bir av haline getirir. Kara büyücüler sizi küçücük bir fikirle kolaylıkla avlayabilirlerse, sizi istedikleri zehirle besleyebilirler. Siz de söylenenleri kişisel algıladığınız için zehri afiyetle yutarsınız.

Onların sizi besledikleri duygusal çöplük , artık sizin çöplüğünüz haline gelir. Oysa hiçbir şeyi kişisel algılamadığınız sürece cehennemin ortasında bile zehirlere karşı bağışıklığa sahip olursunuz. Bu bağışıklık gücü, size yaptığınız anlaşmanın armağanıdır.

Kişisel algıladığınızda, söylenenlerden rahatsızlık duyarsınız ve kendi inançlarınızı savunarak tepki gösterirsiniz. Bu tepkiyle çelişkiler ve çatışmalar yaratırsınız. Küçücük şeyleri bile büyütür, pireyi deve yaparsınız. Çünkü haklı çıkmak ihtiyacını duyarsınız. Sizin haklı, başkalarının haksız olmasını istersiniz.Haklı olmak için, kendi fikirlerinizi onlara dayatmak için büyük çaba gösterirsiniz.

Aynı şekilde, sizin hissettikleriniz ve yaptıklarınız da kendi bireysel rüyanızın , kendi anlaşmalarınızın bir yansımasıdır. Sizin söyledikleriniz, yaptıklarınız ve sizin fikirleriniz sizin anlaşmalarınız doğrultusundadır. Bu fikirlerin benimle bir ilgisi yoktur.

Sizin benimle ilgili düşündüklerinizin, benim için bir önemi yoktur. Sizin düşüncelerinizi ben kişisel algılamam. İnsanlar, “Miguel, sen iyisin” dediklerinde de kişisel algılamam, “Miguel sen en kötüsün” dediklerinde de kişisel algılamam.

Siz mutluyken bana ”Miguel, sen bir meleksin” diyeceğinizi bilirim.Ama bana kızgın olduğunuzda “Oh Miguel, sen şeytanın tekisin! Çok kötüsün. Bu tür şeyleri nasıl söyleyebilirsin?” dersiniz.

Her iki halde de söyledikleriniz beni etkilemez. Çünkü ben ne olduğumu biliyorum. Kabul görmek, onaylanmak gibi bir ihtiyacım yok. Birisinin bana kim ve ne olduğumu söylemesine ihtiyaç duymuyorum.

Hayır, hiçbir şeyi kişisel algılamıyorum.Sizin bakış açınız, sizin dünyanızı yansıtır. Siz kendinizle uğraşırsınız, benimle değil. İnanç sisteminiz doğrultusunda oluşturduğunuz fikirleriniz, daima kendinizle ilgilidir, benimle değil.

Bana, ”Miguel, söyledikleriniz beni incitiyor” da diyebilirsiniz. Ama sizi inciten benim söylediklerim değildir. Söylediklerim sizin yaralarınıza dokunduğu için incinirsiniz. Sizi inciten sizsiniz.

Sizi incitmiş olduğumu da kişisel algılamam. Ben size inanmadığım ya da güvenmediğim için değil, sizin dünyayı farklı gözlerle, kendi gözlerinizle gördüğünüzü bildiğim içindir. Filmin tümünü zihninizde yaratan sizsiniz.

Bu filmde yönetmen de, yapımcı da, başrol oyuncusu da sizsiniz. Diğer herkes yardımcı oyuncudur. Bu sizin filminiz.

Filminizi yaşamla yaptığınız anlaşmalara uygun olarak yaratırsınız. Sizin bakış açınız sizin için kişiseldir. Sizin bakış açınız sizin gerçeğinizdir, başka hiç kimsenin değil.

Bu yüzden bana kızdığınızda , kendinizle uğraştığınızı bilirim. Ben size kızmanız için bir mazeret olurum. Kızarsınız çünkü korkuyorsunuz, çünkü korkularınızla uğraşıyorsunuz.

Korkularınız yoksa bana kızmanız da mümkün değildir. Korkularınız yoksa benden nefret etmeniz de mümkün değildir. Korkunuz yoksa kıskanç ya da üzgün olmanız da mümkün değildir.

Korkusuz yaşadığınızda , sevgiyle yaşadığınızda bu tür duygulara yaşamınızda yer yoktur.

Bu tür duyguları hissetmediğinizde, doğal olarak kendinizi iyi hissedersiniz. Siz kendinizi iyi hissettiğinizde etrafınızdaki herşey de iyidir. Etrafınızda herşey iyi olduğunda, bu size mutluluk verir.

Etrafınızdaki herşeyi seversiniz, çünkü kendinizi seviyorsunuz. Çünkü olduğunuz gibi olmaktan hoşnutsunuz. Çünkü kendinizle doyumlusunuz. Çünkü hayatınızdan memnunsunuz. Yarattığınız filmden memnunsunuz. Yaşamla yaptığınız anlaşmalardan memnunsunuz. Huzurlu ve mutlusunuz.

Herşeyin harika, herşeyin güzel olduğu bir boyutta yaşarsınız. Bu boyutta algıladınız her şeyle, her an sevişirsiniz.

İnsanlar ne yaparsa, ne söylerse, ne düşünürse düşünsün kişisel algılamayın. Sizin ne kadar harika biri olduğunuzu söyleseler bile, bunu sizin yüzünüzden söylemiyorlar. Sizin harika olduğunuzu kendinizin bilmesi önemli. Size harika olduğunuzu söyleyen insanlara inanmaya ihtiyacınız yok. Hiçbir şeyi kişisel algılamayın. Birisi başınıza silah dayayıp tetiği çekse bile, yine de kişisel değildir, bu uç boyutta bile.

Kendinizle ilgili düşüncelerin bile gerçek olması gerekmiyor. Bu nedenle kendi zihninizde, kendinizle ilgili düşünceleri de kişisel algılamayın. Zihnin kendisiyle konuşma yeteneği vardır.

Bunun yanısıra başka boyutlardan gelen bilgileri işitme yeteneği de vardır. Bazen zihninizde bi ses işitirsiniz ve bu sesin nereden geldiğini merak edersiniz. Bu ses başka bir realite boyutundan gelmiş olabilir. Başka boyutlarda da insan zihnine benzeyen canlı varlıklar vardır. Toltekler bu varlıklara Allies (Dost) diyor. Avrupa, Afrika ve Hindistan’da bu varlıklara Tanrılar deniliyor. Zihnimiz, Tanrıların boyutunda da varoluşunu sürdürür. Zihnimiz bu realitede de yaşar ve bu realiteyi algılar. Zihin uyanık realiteyi gözlerle görür ve algılar. Zihin aynı zamanda gözle görülmeyeni de görür ve algılar. Ama mantık bu ikinci algılamanın pek farkında olmaz.

Zihin çok boyutlu bir yaşam sürer.bazen zihninizden kaynaklanmayan ama zihninizle algıladığınız fikirlere sahip olabilirsiniz. Bu seslere inanma ya da inanmama seçimi sizindir. Söylenenleri kişisel algılamama seçiminiz de vardır. Nasıl ki toplumsal rüya ile ilgili inançları ve anlaşmaları seçme özgürlüğünüz varsa, kendi zihninizdeki seslere de inanıp inanmama özgürlüğünüz vardır.

Zihin kendisiyle konuşabilir ve kendisini dinleyebilir. Zihnin de bedeniniz gibi bölümleri vardır. Tıpkı bir elinizle diğer elinizi tutup onu hissedebildiğiniz gibi zihin de kendi kendisiyle konuşabilir.Zihnin bir kısmı konuşur, diğer kısmı dinler. Ama zihninizin binlerce parçası aynı anda konuşmaya başladığında büyük bir problem yaşanır. Buna mitote denir.

Mitote, aynı anda binlerce kişinin konuştuğu ve alışveriş yaptığı devasa bir marketebenzetilebilir.Bu markette insanların her birinin farklı düşünceleri ve duyguları vardır. Her birinin bakış açıları farklıdır.

Zihnin programlanmasında yaptığımız tüm anlaşmalar çoğu kez birbiriyle uyum içinde olmaz. Her anlaşma ayrı bir varlık gibidir. Her birinin kendi kişiliği ve kendi sesi vardır. Birbiriyle çelişen anlaşmalar, diğer anlaşmalarla da çatışıp gittikçe büyüdüğünde zihinde büyük bir savaşa dönüşür. İnsanın ne istediğini, nasıl istediğini ve ne zaman istediğini bilmekte zorlanmasının nedeni mitotedir.

Anlaşmalar kendi aralarında anlaşmazlığa düştüğü için karmaşa yaşanır. Zihnin bir bölümü bir şey isterken diğer bölümü tam zıddı olan şeyi ister.

Zihnin bir bölümü bazı düşünce ve davranışlara karşı çıkarken, diğer bölümü de zıt düşünce ve davranışları destekleyebilir.

Tüm bu küçük, minik varlıklar içsel çelişkileri yaratır çünkü her biri canlıdır ve her birinin kendine özgü sesi vardır.

Zihnin çelişkilerinin üstesinden gelmenin tek yolu, tüm anlaşmalarımızın dökümünü yapmaktan geçer. Böylelikle çelişkinin nedenlerinin farkında olabilir ve mitote kaosunu düzene sokabiliriz.

Hiçbir şeyi kişisel algılamayın. Çünkü kişisel algıladığınızda hiçbir şey uğruna kendinizi acı çekmeye mahkum edersiniz.

İnsanlar farklı boyutlarda ve farklı açılarda acıların tiryakisi olur. Ve biz bu bağımlılıkları sürdürebilmek için birbirimize destek veririz. İnsanlar birbirlerinin acı çekmelerine destek vermek konusunda anlaşma içinde davranıyor.

Eğer kullanılma, sömürülme veya aşağılanmaya ihtiyaç duyuyorsanız, başkaları sizi kullanarak, sömürerek veya aşağılayarak size ihtiyacınızı karşılamanız için yardım etmekte gönüllü olacaktır. Sizi taciz edecek insanları bulmanız çok kolaydır. Eğer acı çekmeye ihtiyaç duyan bir insanla birlikteyseniz, içinizdaki bir şey, o kişiye acı verici davranışlarda bulunmanızı sağlayacaktır. Bu insanların sırtlarında adeta şöyle bir not asılıdır: “ Lütfen beni tekmele.” Bu insanların istediği, acı çekme ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, çektikleri acıya haklı gerekçeler bulmaktır. Siz de davranışlarınızla o insanlara gereken haklı nedeni vermiş olursunuz.

Acı çekme bağımlılığı, uygulamalı bir anlaşmadan başka bir şey değildir.

Her yerde size yalan söyleyen insanlarla karşılaşırsınız. Farkındalığınız arttıkça, sizin kendinize de yalan söylediğinizi görmeye başlarsınız. İnsanların size doğruyu söyleyeceklerini beklemeyin çünkü onlar kendilerine de yalan söylüyor. Siz kendinize güven duymayı öğrendiğinizde başkalarının size söylediği şeylere inanıp inanmamayı seçme özgürlüğünü de kazanırsınız.

İnsanları kişisel algılamadan gerçekte oldukları gibi görebilmeyi başardığımızda, asla onların söylediği ya da yaptığı şeylerden incinmeyiz. Size yalan da söyleseler bundan incinmezsiniz. Çünkü onların korktukları için yalan söylediklerini bilirsiniz. İnsanlar kendilerinin mükemmel olmadığının sizin tarafınızdan keşfedilmesinden korkuyor. Sosyal maskeden sıyrılmak acı vericidir. Birisinin söylediği ve yaptığı şey arasında fark varsa ve siz davranışa değil, söylenene kulak vermeyi seçerseniz, kendinize yalan söylemiş olursunuz.

Kendinize doğruları söyleyebilmek, sizin boş yere duygusal acı çekmenizi engeller. Kendinize gerçeği itiraf edebilmek size acı verebilir ama bu acıyla özdeşleşmeye ihtiyaç duymazsınız.

Gerçeği kabul etmek iyileşmenin başlangıcıdır ve bir süre içinde herşey daha iyiye doğru düzelecektir.

Birisi size sevgi ve saygıyla davranmıyorsa, o kişinin sizden uzaklaşması sizin için bir armağandır. Eğer sizden uzaklaşmıyorsa onunla birlikte uzun yıllar acı çekmeniz, acıya katlanmanız kaçınılmaz olur. Böyle bir kişi tarafından terk edilmek bile, size bir süre acı verebilir ama bir süre sonra yüreğiniz iyleşecektir.

İşte o zaman gerçekten istediğiniz şeyi seçebilirsiniz. İşte o zaman doğru seçimler yapabilmek için başkalarına değil, kendinize güvenmenin öneminin bilincine varabilirsiniz.

Hiçbirşeyi kişisel algılamamayı bir alışkanlık haline getirdiğinizde yaşamınızda birçok acıdan kaçınmanız da mümkün olur. Kızgınlığınız, kıskançlığınız, fesat duygularınız da yok olur. Kişisel algılamadığınızda üzüntüleriniz bile yok olur.

Bu anlaşmayı bir alışkanlığa dönüştürebilirseniz hiçbir şeyin sizi cehenneme geri döndüremeyeceğini de görürsünüz. Kişisel algılamadığınızda olağanüstü bir özgürlüğe kavuşursunuz. Kara büyücülere karşı bağışıklık kazanırsınız. Ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir büyü üzerinizde etki yapamaz. Tüm dünya hakkınızda dedikodu yapsa bile, kişisel algılamadığınız zaman bundan etkilenmezsiniz. Size gönderilen duygusal zehirleri solumazsınız. Sizin tarafınızdan kabul görmeyen zehir göndericisi üzerinde çok daha büyük bir etki yaratır.

İlk iki anlaşmayı hayatınızda uyguladığınızda, sizi cehennemde tutsak kılan binlerce küçük anlaşmaların yüzde yetmiş beşini bozmuş olursunuz.

Bu anlaşmayı bir kağıda yazın ve sürekli hatırlamanız için buzdolabının kapısına asın: Hiçbir şeyi kişisel algılama! Kişisel algılamamayı alışkanlık haline getirdiğinizde sorumlu seçimler yapabilmek için sadece kendinize güvenmeyi de öğrenirsiniz. Asla başkalarının davranışlarından sorumlu değilsiniz. Sadece kendi davranışlarınızdan sorumlusunuz.

Bunu gerçekten anladığınızda, başkalarının özensizce ve bilinçsizce söylediği sözler ya da davranışlarsizi incitemez.

Bu anlaşmaya uyduğunuzda yüreğinizi tümüyle açarak dünyayı dolaşsanız bile kimse size zarar veremez. O zaman alay edilme ya da reddedilme korkusu olmadan istediğiniz kişiye “Seni seviyorum” diyebilirsiniz. O zaman ihtiyacınız olan şeyi rahatlıkla isteyebilirsiniz. Suçluluk duygusu ya da öz-yargılama olmaksızın “evet” ya da “hayır” diyebilirsiniz. Daima yüreğinizin götürdüğü yere doğru gitmeyi seçebilirsiniz. O zaman cehennemin ortasında bile içsel huzuru hissedebilirsiniz. Böyle bir boyutta cehennem ateşi sizi yakamaz... Don Miguel Ruiz

DÖRT ANLAŞMA,

Toltek Bilgelik Kitabı

1 Nisan 2016 Cuma

Üzüm üzüme baka baka karardı !...






Yaşam da baktığımız şey oluyoruz.
İlgi alâka neye ise yaşam enerjisi oraya akıyor bu doğrultu da biçimleniyor.Beyin bildiğini onaylama sistemi ile çalışıyor. Hayat bu çerçevede şekil alıyor.
"Doğrulama Kuralı denen müthiş bir kural vardır.
İçinden bir şeyi derinlemesine bütün ve mutlak olarak doğruladığında o "gerçek" olmaya başlıyor...diye anlatıyor "Osho
Bu da neden mutsuz olduğumuzu açıklıyor. Çünkü dönüp dolaşıp eski acıları anlatıyoruz.Eski acıları trajedileri kederleri dönüp dolaşıp anlatmak o enerji frekansına yeniden uyumlanmak demektir.
Eski acıları perçinleyen konulara yakın durup şu ya da bu şekilde Doğruluyoruz.Yeniden yaratım sürecine alıyoruz.
Birşeye teşhis koymak onu tanımlamak için onu duyularımızdan geçirmemiz gerek ,her duyu ile algılamasa bile en az biri ile algılamalı
Çok basit bir anlatım ile muz'a muz demek için onu görmeli,ona dokunmalı,onu koklamalı ,onu tadmalı
Acılar yada hayatın zorluklarında yaptığımız bu algılarımıza bir şekilde geçmiş acı ya da kederi ya tekrarlıyor yada bunu yaşayanlara destekmiş gibi yanında oluyoruz(vah vahcı olarak ) Acı yaşayan ,hayatın zorluklarına takılıp kalmış birinin yanında nasıl olunacağı konusunda dikkat edilmesi gereken husus bu
Vah vahcı olmanın bir faydası yokken zararı ise yaşam sahnemize canlandırmak ,almak
Bu tamamen bir seçim meselesidir,
Cehennemi yaratan da kendi düşüncelerin ilgimiz alâkamız
Evrenin yasaları gereği benzer benzeri çekiyor
Psikolojinin kuralıdır ;"İnsan ihtiyaç içerisinde olduğuna bakar" .Şimdi bir dönüp bakalım hem kendimize hem dostlarımıza
Neler konuşup paylaşıyoruz...!
Üzüm uzume baka baka karardı mı ?

Spiritüel Terapist
Güneş Mine Güleş

Şeytan, Akıl ve Zeka





AMİGDALA ve PREFRONTAL KORTEKS

Beyin içinde amigdala diye bir bölüm vardır. Mini minnacık böyle beynin ortalarında bir yerde. Bunun işlevi sende korkuyu yaratmak ve senin bedenine varlığına gelecek zarar verecek her harekete daha düşünmeden direkt tepki ve reaksiyon göstermektir. Şurdan birşey alıpta sana böyle fırlatmaya kalksam hemen gözünü kırparsın veya bir reaksiyon gösterirsin. Bu otomasyon bir harekettir. Direkt amigdala'nın müdahelesidir. Amigdala'nın işlevi bu bedende var olan herşeyin hayatiyetini/varlığını olduğu gibi korumaktır. Bunun içinde sana tehlike olacak herşeye karşı sende korku oluşturur. Bu tıbben bilinen ispatlanmış bir olaydır. Fakat tıbbın üstüne varıp o tespit edemediği başka bir işlevi daha var amigdala'nın. Amigdala'nın ana işlevi sade bu bedensel koruma değil, senin mevcut veri tabanını korumaktır. Senin oluşmuş olan veri tabanını korumaktır. Kimliğini kişiliğini korumaktır. Kimliğin kişiliğin veri tabanının ta kendisidir. Ama bu senin kimliğin nasıl oluşmuş neden oluşmuş o amigdala'nın işi değil. Amigdala'nın işlevi senin veri tabanını, bugünkü başka bir ifade ile konfor zone'nunu korumaktır. Dolayısıyla, senin şu ana kadar bir yığın şartlanmalarla oluşmuş bir kişiliğin kimliğin var. Amigdala bunu korur. Bu iyiymiş kötüymüş, şöyle sana zararı varmış şöyle faydası varmış; bunları düşünmez amigdala. Amigdala sadece mevcut konfor zone'nunu korur, kimliğini korur. Bu sebeb'ten dolayıda senin mevcut bugüne kadar ki bilgi tabanında oluşmuş bilginin dışında farklı birşey gelirse; senin bilgi tabanını değiştirecek, senin hayata bakış açını değiştirecek, sana yenilik getirecek, yeni birşeyler katacak birşey geldiği zaman! Hemen en üst düzeyde elinin altında ne varsa o bilgiyi alıp.. "Böyle konuşuyorsun ama" diye; ama ile başlayıp, fakat'la başlayıp gelen fikri İGNORE eder geri çevirir. Geri çevirme yolları arar. İşte amigdala'nın yenilenmeyi gelişmeyi önleyen bu vasfı özelliği Din'de Şeytan adıyla anılmıştır. Yani şeytanın diye bahsedilen şey senin amigdala'nın işlevi'dir. Şeytan sana dışardan gelmiyor, şeytan sana dışardan birşey yapmıyor. Senin şeytanın o. Ama o şeytanlık yapsın diye yapmıyor! O'nun işlevi senin mevcut varlığını mevcut veri tabanını korumak. Şimdi burda Resulullah'ta ne diyor? "Ben şeytanımı müslüman ettim" diyor. BEN ŞEYTANIMI MÜSLÜMAN ETTİM DEMEK BEN ŞEYTANIMI PASİFİZE ETTİM DEMEK'tir. Pasifize etmek nasıl olur? Her hangi bir senin mevcut veri tabanına uymayan birşey geldiği zaman ani tepkiyi kesiceksin. Karşı çıkmayacaksın. O an'da beklemeye alacaksın, ta ki o gelen bilgi amigdala'dan geçip Pre Frontal Korteks'e gelsin. Pre Frontal Korteks'e o bilgi geldiği zaman, Pre Frontal Korteks onu üstün körü taramaz, bütün veri tabanını tarar. Hatta bütün veri tabanını taramanın ötesinde senin genetik kodlarında var olan bilgilere kadarda uzanır, araştırır. İşte Pre Frontal Korteks'in bu işlevinin insanlık dilindeki adı AKIL'dır. Amigdala'nın işlevi'nin olayıda Zekâ'dır. Zeki olmak ayrı şeydir, akıllı olmak ayrı şeydir. Zeki olan amigdala'sı güçlü olandır. Akıllı olan Pre Frontal Korteksi güçlü çalışandır. Şimdi amigdala'yı mümkün olduğu kadar pasifize etmek için beynini şunu tekrar edeceksin. HERŞEY BENİM BİLDİĞİMDEN İBARET DEĞİLDİR. BENİM BİLDİKLERİM SON DERECE SINIRLIDIR. BİLDİĞİMİN ÖTESİNDE SAYISIZ ALANLAR SAYISIZ BİLGİLER VARDIR. DOLAYISIYLA SEN HER YENİYE KARŞI REAKSİYON GÖSTERMEYECEKSİN. O'NUN OLABİLİRLİĞİNİ DERİNLİĞİNE ARAŞTIRIP SORGULAYACAKSIN. ONDAN SONRA KARAR VERECEKSİN.

Alinti

İç-Konuşmanın İnanılmaz Gücü





Kendimize söylediklerimiz, başkalarına söylediklerimizden daha önemliler. Tüm gün, her gün, zihnimiz yaşadığımız hayatı yönlendiren düşüncelerle dolup, taşar. Bu iç konuşma başarılarımızı ve hüsranlarımızı belirler.Hayatınızın herhangi bir yönünde gelişim gösterme niyetindeyseniz, ister sağlık konusunda olsun, ister kariyer, ister ilişkiler, harekete iç konuşmanızı değiştirerek başlayın. Neler olduğunu görünce şaşıracaksınız

İç-Konuşma Nedir?

Kendimizle her gün (dakikada 150 ila 300 kelime olmak üzere) 50000 kelime konuşuyoruz. Bu kelimeleri okurken, aynı zamanda kendinizle de bir diyalog halindesiniz. Bir yandan bu yazının sizde bıraktığı etkileri kendinizle tartışıyorsunuz, bir yandan da bugün yapmanız gereken şeyler veya gelecekle ilgili kaygılar dikkatinizi dağıtıyor. Bu iç düşünme ya da iç konuşma zihnimizin bilinçli bölgesinde meydana gelir.

Çoğu insanın bilincinde olmadığı şey ise iç konuşmalarımızın bilinçaltımıza verilen komutlar olduğu. Bilinçaltımızın görevi zihnimizin bilinçli bölgesi tarafından verilmiş emirleri taşımak. Bilinçaltımız günde 24 saat haftada 7 gün boyunca bizim kişisel hizmetimize amadedir.

İç-Konuşma Nasıl İşe Yarar?

Denizi geçmekte olan bir gemi hayal edin. Geminin kaptanı yüksek sesle emirlerini söylüyor, tayfa da bunları yerine getiriyor. Tayfaların içeride, geminin nereye gittiğini, neyle karşı karşıya kalacağını bilmeden bu görevleri yaptıklarını düşünün. Kaptan bilinci, tayfa ise bilinçaltını simgeliyor.

Yani kaptan tayfaya şu emirleri verdiğinde:

“Tam gaz ileri, 15 derece kuzeye, vs”,

Tayfa sadece şu şekilde karşılık verir: “Emredersiniz, kaptan” ve emirleri eksiksiz yerine getirmeye çalışır.

Tayfa geminin bir buzdağına doğru mu gittiğini, yoksa başka bir gemiyle mi çarpışacağını, ya da hedefine mi yöneldiğini önemsemez. Emirler hiçbir şekilde yargılanamaz ve kaptan sorgulanamaz. Gemi metaforu bilinç ile bilinçaltı arasındaki ilişkiyi iyi bir şekilde gösterir. Bunlar iki farklı akıl değil, aynı aklın iki parçası olarak açıklanabilirler.

O yüzden, kendimize ne söylediğimiz ya da kendimizi nasıl tanımladığımız düşüncenin bilinç düzeyini çıkış noktası olarak alır. Eğer sürekli olarak şunları söylersek;

“İsimleri hiç hatırlayamıyorum”
“Evliliğim dağılıp, gidiyor”
“Yeteri kadar param hiçbir zaman olmayacak” vsBunlar siz farkına varmasanız da bilinçaltına yöneltilen talimatlar oluyor. Bilinçaltımızın görevi de durmak bilmeden talimatları gerçekleştirmeye çalışmak olunca, bu problemler iyice su üstüne çıkıyor. Bilinçaltımız talimatların bizim için iyi veya kötü olup olmadığına karar veremiyor, sadece ondan istediklerimizi yerine getiriyor.

İç Konuşma Neden Önemlidir?

Şunu hemen not alalım: “Hayatta istediğimiz şeylere değil, beklediğimiz (umduğumuz) şeylere sahip oluyoruz”. Şunu fark etmemiz de çok önemli: “kendimizle ilgili görüşümüz (benlik) iç konuşmamız ile yaratılır ve kendimizle ilgili görüşümüz (benlik) hayatın her alanındaki performansımız için belirleyici olur.”

Kendimizle ilgili yüzlerce görüşümüz olabilir. Aşçılık yeteneğimizle ilgili iyi bir görüşümüz vardır, örneğin “çok iyi yemek pişiririm”, sosyal yeteneklerimizle alakalı kötü bir görüşümüz olabilir “insanlarla arkadaşlık kurmada zorlanırım. İlk defa karşılaştığım bir insanla iki kelime edemem.” Bunları söyledikten sonra bilinçaltımız kendimizle ile görüşümüzü tutarlı hale getirmeye çalışıyor. İyiye doğru da olabilir bu, kötüye de.
Düşüncelerinizi Değiştirerek Hayatınızı Değiştirin

Biz dünyaya bir inançla, bir tutumla ya da bir fikirle gelmedik. Bizler bomboş bir gemiydik. Sağcı veya solcu değildik. Ne galatasaraylıydık, ne fenerbahçeli, ne de beşiktaşlı. Dünyanın nasıl olması gerektiğine dair inançlarımız yoktu. Ailemizden, çevremizde aldığımız verilerle beraber kendimizle ilgili görüşlerimiz oluşmaya başladı. Zirveye çıkacağımıza inandığımız ya da tam tersine başarılı olamayacağımıza dair fikirlerimiz zihnimizde belirginleşti. 6 yaşımıza geldiğimizde kendimizle ilgili erken dönem görüşlerimizin çoğu oluşmuştu bile. Ama bunlar başkalarından duyduklarımızla değil, iç konuşmamızda bunları nasıl yorumladıysak öyle şekil bulmuştu.

Kendi iç konuşmamız kendimizle ilgili görüşümüzü oluşturuyor ve kendimizle ilgili görüşümüzle performansımız arasında direkt bir ilişki var. Yaşamımızın herhangi bir alanında performansımızı ve etkinliğimizi artırmak istiyorsak, kendimizle ilgili görüşümüzü geliştirmemiz lazım.
Arzuladığımız sonuca ulaşmamızı sağlayacak dili yaratarak kendimizle ilgili görüşümüzü yukarı taşıyabiliriz. Yenilenmiş iç konuşmamızı tekrarlayarak bilinçaltımıza talimatları göndermeye başlayalım. Bilinçaltımız da yeni görevleri yerine getirmek için hemen çalışmaya başlayacaktır.

Bilinçaltımız asla yargılamaz. Doğru mu yanlış mı diye bir tartışmaya girmez, bizim için iyi olup olmayacağını hesaplamaya kalkışmaz. Zihnin bilinçli bölgesi tarafından ona ne söylenmişse onu yapar.

Hayatınızı değiştirmek istiyorsanız, iç konuşmanızla ilk adımı atın, eminim ki sonuçları sizi şaşkına çevirecek.

Alıntı