8 Eylül 2013 Pazar

Şifa Yeteneği





Şifa Yeteneği


Şifa yeteneği herkesin içindedir. Bu, sadece bir kaç kişiye verilmiş bir armağan değildir. Benim olduğu kadar sizin de doğuştan hakkınızdır. Herkes şifa alabilir ve herkes nasıl şifa verebileceğini öğrenebilir. Herkes kendilerine ve başkalarına şifa verebilir.

Siz hatırlamasanız da zaten kendinize şifa vermişsinizdir. Bir yerinizi acıttığınızda ilk yaptığınız şey nedir? Genellikle bedeninizin acıyan yerine dokunursunuz. Hatta acıyı durdurmak için elinizle kavrarsınız. Bu fiziksel içgüdü de acıyan kısma şifa verici enerji yollar. Eğer gevşer ve ellerinizi ağrıyan yerin üstünde normalden daha uzun süre tutarsanız, daha derin bir iyileşmenin oluştuğunu göreceksiniz. Her anne, canları yandığında çocuklarını okşar, kucaklar ve öper. Aynısını sevdiği diğer kişilere de yapar. Eğer bu basit tepkileri alır da incelemeye başlarsanız, çok sevdiğiniz birine dokunduğunuzda, tanımadığınız birine dokunduğunuzdan çok daha güçlü bir etki olacağını göreceksiniz. Muhtemelen dokunuşunuza özel bir öz katmışsınızdır: o kişiye duyduğunuz sevginin özünü. Gördüğünüz gibi, aslında şifayı hep biliyordunuz da bunun farkında değildiniz.

Coşkulu, neşeli, enerjetik ya da diğer herhangi iyi bir ruh halindeyseniz, dokunuşunuz başkaları için kötü bir ruh halindeki dokunuşunuzdan çok daha hoş olacaktır. Kötü bir ruh halindeki dokunuş içindeki enerji, neşeli bir ruh halindeki ile aynı değildir. Herhangi bir anda nasıl olduğunuz, enerjiniz yoluyla ifade edilir. Ruh hallerinizi düzenlemeyi ve dolayısıyla da enerjinizin doğasını ve enerji akışınızı düzenlemeyi öğrendiğinizde, kısa bir süre sonra enerjinizi şifa için kullanmaya başlayacaksınız. Şifacıların yaptığı budur. Şifa için kullanmak üzere enerjilerini algılamayı ve düzenlemeyi öğrenmişlerdir.

Eminim ki daha biz mağaralarda yaşarken bile meydana gelen bu günlük kişisel deneyimler, elle dokunarak şifanın temeli olacak biçimde gelişti. Bu işlem, insanlar var olduğundan beri vardır. Kadim halklar, ellerden çıkan şifalı gücün farkındaydılar. Her kültür, kendi bilgisi ve gele­nekleri çerçevesinde bu gücü araştırdı ve kullandı. John White, Future Science (Gelecek Bilimi) adlı kitabında dünya üstündeki doksan yedi kültürün şifaya veya yaşam enerji alanlarına verdikleri kendilerine özgü isimleri sıralar. Yaşam enerji alanları Çin'de ve Hindistan'da beş bin yılı aşkın bir süredir bilinmektedir.

Her şeyi çevreleyen ve her şeye nüfuz eden yaşam enerjisine "evrensel enerji alanı" ya da "EEA" diyorum. İnsan varlıkları ile ilişkili yaşam enerjisine ise "insan enerji alanı" ya da "İEA" demekteyim. Bu, daha çok "insan aurası" diye bilinmektedir.

İEA'nı Algılamak ve Düzenlemek

Birçok kişi insan enerji alanını algılayabilir ve herkes onu nasıl algılayabileceğini öğrenebilir. Aslında belki şuurlu olarak değil, belki dikkate almadan ve belki de adına başka bir şey diyerek bunu zaten yapmaktayız. Örneğin, siz ona bakmıyorken birinin size baktığını bilirsiniz çünkü bunu hissedersiniz ya da yeni tanıştığınız bir yabancıyı hemen sever ve onunla iyi geçineceğinizi bilirsiniz ya da iyi bir şeyin olacağına dair belli belirsiz bir hissiniz vardır ve o şey olur. Benim "Yüksek Duyusal Algılama" (YDA) dediğim şeyin yardımıyla insan enerji alanını hissetmektesiniz. YDA kısaca söylersek, duyularımızın alışkın olduğumuz aralıkların ötesine genişlemesini anlatmaktadır; buna bazen "altıncı duyu" da deriz. Bu yetenek için kullanılan diğer terimler de şöyledir: durugörü yani başkalarının göremediği anlamlı şeyleri görebilmek, duruişiti yani başkalarının duyamadığı şeyleri işitebilmek ve duruhis yani başkalarının hissedemediği şeyleri hissetmek.

YDA'yı birçok yıldan beri geliştirmekte, çalışmakta ve kullanmaktayım. YDA'nın tipleri arasında ayrım yapabilmenin birçok yolunu buldum. Ek duyuları olduğu kadar normal beş duyumuzu yani görme, işitme, dokunma, tat alma ve koklamayı da içermektedir. Ek duyulardan olan sezgi belli belirsiz bir bilme duyuşudur; iyi bir şey olacağını bilmek ama ne olacağını bilmemek gibi. Sezginin bir başka örneği de birinin sizi arayacağını hatta kimin arayacağını bilmek ama ne hakkında olduğunu bilmemek olabilir.

Bu duyulardan bir diğeri de doğrudan bilmektir. Bu duyu bize tam ve kesin doğrudan bilgi verir. Örneğin, belirli bir kişinin bizi ne zaman arayacağını ve ne söyleyeceğini biliriz. Ya da hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir şey hakkında bir soru sorulduğunda, hem genel kavramı hem de konunun ayrıntılarını biliriz. Genellikle doğrudan bilmede, bu bilgiyi nasıl bilebildiğimizi bilmeyiz. Sadece biliyoruzdur.

Bir diğer yüksek duyu, kendimizin ve başkalarının duygularını hissetme yeteneğimizdir. Kelimeler kullanmıyor olsak bile birbirimizin hissettiklerini biliriz. Sadece diğer kişinin hislerinin enerjisini yakalıyoruzdur.

Hisler duyusu ile sevgi duyusunu birbirinden ayırıyorum. Demek ki bir diğer yüksek duyu da sevgiyi duyumsama yeteneğimizdir. Sevgiyi duyumsama, başkalarıyla, onların hislerini duyumsamanın gerektirdiğinden çok daha derin bir bağlantıda olmayı gerektirir. Bu kendi basma bir kategoridir.

Görme, işitme, dokunma, tat alma ve koklama dediğimiz beş duyumuza ek olarak sezgi, doğrudan biliş, duygu duyusu ve sevgi duyusu da vardır. Bu duyuların hepsi birlikte iş gördüklerinde, şimdi burada olmanın tam olarak farkına varır hale geliriz.

Duyularımız farkındalığımıza hizmet eder ve farkındalığımız da bizi şu ana getirir. Şu anda mevcut olmak, birçok kişinin meditasyon sırasında edindiği bir deneyimdir. Bu varolma hali, bizi sınırlayan mekan ve zamanın sınırlarının ötesine açılan bir kapıdır. Meditasyon yüksek duyarlılık için zihni sakinleştirir ve berraklaştırır.

YDA normalde beynimizin önemsiz diye engellediği çok süptil (latif, ince) enformasyon aralığı içindedir. Bunu müzik dinlemeye benzetebiliriz. Müzik yüksek ise içindeki daha yumuşak notaları duymak daha zordur. Eğer sesi kısarsanız, daha yumuşak notalar ve daha da ince nüanslar anlamlı hale gelir. Ritmlerin içindeki ritmleri duyabilirsiniz. Aynısı YDA ve insan enerji alanı için de geçerlidir. Kafanızın içindeki sesleri kısmayı ve yaşamın daha yumuşak ritmlerine ve daha ince nüanslarına dikkat kesilmeyi öğrenebilirsiniz. Bunu bir süre uyguladığınızda, bu daha ince ritmlerin, yaşamın ta kendisini an be an deneyimleyişinizin temelleri olduğunu görürsünüz. Onlar, hepimizin sayesinde işlev gördüğü güçlü yaşam enerjisine bağlıdırlar.

Bir dahaki sefere, çocuğunuz dizini bir yere çarptığında elinizi dizinin üstüne koyun. Çocuğunuza duyduğunuz sevgiyi hissetmenize izin verin. Eliniz ısınacaktır. Niçin? Çünkü enerji alanınız elinizden akmakta ve dizin şifa bulmasına yardımcı olmaktadır. Şifa enerjisini sıcaklık, nabız atışı ya da elektrik gibi bir karıncalanma biçiminde hissedeceksiniz. Bu algılama tipi kinestetik'tir. İnsan enerji alanını kinestetik yolla yani dokunarak algılamaktasınız.

İnsan enerji alanını algılayabildiğinize göre onunla etkileşime geçmeyi ve niyetinizle onu düzenlemeyi de öğrenebilirsiniz. Aşağıdaki talimatları izleyerek bedeninizdeki enerji akışını değiştirmeyi deneyin. Kendinizi yorgun ve gergin hissettiğiniz bir zamanda da yapabilirsiniz.

Uzanın ve bedeninizin solar pleksusu (mide civarı) içinde hoş bir güneşin olduğunu imgeleyin. Kısa süre sonra kendinizi çok daha iyi hissedeceksiniz, karnınız da ısınmış olacak. Hatta siz daha da gevşedikçe nefesiniz de yavaşlamaya başlayacaktır. Eğer bu gevşemeye ruhu da dahil etmek isterseniz, belki de çocukken edinmiş olduğunuz, dinsel veya ruhsal harikulade bir deneyimi hatırlayın. Tanrı'nın (size şahsen ne anlam ifade ediyorsa) var olduğunu, canlı olmanın en doğal ve kutsal, kaygılanmayı bile gerektirmeyen bir deneyim olduğunu bildiğiniz o özel, harika zamanı hatırlayın. Tanrı hakkında bir an bile düşünmeyin. O deneyime doğru akın ve Tanrı'nın kollarında huzur içinde kucaklanın.

Bunu yaparak enerji akışınızı değiştirdiniz. Kendinizi güçlü bir şifa haline soktunuz. Şimdi enerjinizi hissedin. Hoşunuza gitti mi?

Hissettiğiniz bu gevşemiş şifa hali, daha tutarlı hale gelen enerji alanınıza ve beyin dalgalarınızın yavaşlamasına karşılık gelir. Bu dalgalar bir elektroensefalograf (EEG) ile ölçülebilir. Muhtemelen beyninizin o anda şifa hali diye de bilinen 8 Hz ya da saniye/döngü olan alfa ritminde olduğunu gösterecektir. Bir manyetik alan ölçer de enerji alanınızın 7,8 ile 8 Hz arasında attığını gösterirdi. Bu herkes için çok doğal bir enerji halidir."

Büyük olasılıkla çocukken siz, hiç de planlanmamış doğal bir tarzda, elinizin altında ne varsa ona kendinizi tamamen kaptırırdınız İçsel bir kaynaktan gelip sizden dışarı çıkan yaşam enerjisine kendinizi bıraktığınız o harikulade yaratıcı bırakma anlarında yaptığınız yine budur. O zaman renkler daha parlak, tatlar daha tatlı, hava daha iç açıcıdır ve çevrenizdeki sesler bir senfoni yaratır. Siz bir istisna değilsiniz; herkes bu deneyimleri edinmiştir.

Belki de en iyi fikirler aklınıza, siz bir soruna çözüm düşünmediğiniz sırada gelmektedir. Ağaçların arasında yürürken ya da gün batınımı seyrederken ortaya çıkıverir. İçinizdeki derinlikten ortaya çıkmıştır. Ya da küçücük bir bebeğin gözlerinin içine bakar ve harikuladeliği görürsünüz; siz de yaşamın gizeminin harikuladeliği duygusuyla dolarsınız. Yine bu duygular da içinizin derinliklerinden ortaya çıkar. Bunlar "varlığınızın merkezi özü" dediğim derin bir içsel pınardan gelmektedir. Işığınız, bu derin içsel kaynaktan doğar. O, sizin içsel ilahi kıvılcımınızdır.

Yaratıcı Şifa Enerjilerini Kullanmaya Başlamak

Tüm insanlar, içlerindeki bu daha derindeki kaynağa ulaşmayı öğrenebilir. Yaratıcı enerjileri isteyerek salmak pratik gerektirir. Bu süreç yaratıcı enerjileri çekip çıkartmaktan çok, engelleri yolun üstünden çekmek meselesidir. Engeller gittiğinde, yaratıcılık içimizin derinlerinden bir artezyen kuyusu gibi kabarıp taşar. Her ressam ya da yazar, yaratıcı ya da yazar engeli denen şeyi aşma çabasını yakından bilir. Engel bir kez temizlendiğinde, resim ya da yazı bir dere gibi akar. Bu, bir sorunu çözmeye çalışan bilim adamlarının başına da gelir. Tüm veriler, rasyonel zihne yerleşir.

Rasyonel zihin cevabı bulmaya çalışır ama bulamaz. İyi bir uykudan ve birkaç rüyadan, biraz sağ beyin etkinliğinden sonra cevap oradadır. Yaratıcı kudret salmak, yoldan çekilmek ve enerjinin akmasına izin vermekten oluşan içsel süreç tarafından serbest bırakılmıştır.

Yaratıcı kudret, kriz zamanlarında da serbest kalır. Tam o anda kahramanlığa adım atarız. Herkes bir kazadan sonra sevdiği kişiyi altından çıkartmak için bir arabayı havaya kaldıran bir adam ya da eve dönmek için güçlü bir itilim duyan ve çocuğunu tehlikeden kurtarmak için tam zamanında eve varan bir kadın hakkında hikayeler duymuştur.

Bu yaratıcı kudretin serbest kalışı, bize elimizdeki her neyse o konuda ustalık getirir. Şifa süreci de yaratıcı kudretimizi sağlık ve esenlikte ustalık için serbest bırakma sürecidir. Aslında, benim bakış açıma göre ve bu kitapta da göreceğiniz gibi, hastalıkların çoğu, bireyin 'yaratıcı enerjilerinin doğal akışının engellenmesinin sonucudur.

Yaratıcı Enerjimizi Niye Engelleriz?

Yaşantımız içindeki acı dolu deneyimlerden geçerken acı hissetmemeye otomatik bir şekilde gayret ederiz. Bunu çocukluğumuzdan beri yapmaktayız. Fiziksel acıyı/şuurumuzu bedenimizin ağrıyan yerinden çekerek keseriz. Zihinsel ve duygusal kederimizi kaslarımızı gererek ve bunu şuurdışımıza doğru iterek keseriz. Bunu şuurdışımızda (ya da bazen şuurlu farkındalık düzeyinin hemen altında) bastırılmış halde tutmak için, dikkatimizi ondan uzak tutmak üzere her türden dikkat dağıtıcı şeyi yaratırız. Kendimizi çok meşgul edebilir ve işkolikler haline gelebiliriz.

Ya da tam tersine, "ye, iç, yat" yönüne saparız. Çoğumuz ilaç, sigara, çikolata ve alkol bağımlısı olur. Birçoğumuz ya en iyisi ya da en kötüsü olmak üzere mükemmellik bağımlısı haline geliriz. Sorunlarımızı bir başkasına yansıtır ve kendi sorunlarımızı çözmeyi denemek yerine başkaları için üzülürüz. An içinde ne hissettiğimiz ve kim olduğumuz da dahil olmak üzere acı hissetmekten kendimizi korumak için büyük miktarda enerjiyi ya yanlış yönlendirir ya da bastırırız. Bunun işe yaradığını sanıyoruz. Hissetmeyerek ya da olduğumuz kişi olmayarak içinde bulunduğumuz durumdan kurtulabileceğimizi sanıyoruz ama işe yaramıyor. Bedeli büyüktür ama bir bedel olduğunu bile inkar ediyoruz. Bedel, hayatımızdır.

Tüm bu acıları durdurmanın tek olası yolunun, acıyı içeren enerji akışını durdurmak olduğunu düşünüyoruz. Fiziksel acıyı, duygusal acıyı ve zihinsel acıyı içeren belirli enerji akışları vardır. Ne yazık ki bu enerji akışı başka her şeyi de içermektedir. Acı, onun sadece bir kısmıdır. Acı, öfke veya herhangi bir negatif durumun korkusuna dair negatif deneyimi durdurmaya kalkıştığımızda o deneyimin fiziksel, duygusal ve zihinsel unsurlarını içeren pozitif deneyimi de durdururuz.

Bu sürecin farkında bile olmayabiliriz çünkü akıl yürütebilir yaşa geldiğimizde artık bunu bir alışkanlık edinmişizdir. Yaralarımızı duvarlarla örteriz. Yaralarımızın çevresine duvar çekerek, derindeki merkezimiz ya da özümüzle bağlantımız arasına da bir set çekmiş oluruz. Yaratıcı süreç içimizdeki yaratıcı özden geldiğine göre, aynı zamanda yaratıcı süreçle aramızda da artık bir set var, demektir. Bizler kendi derinliklerimizi, şuurlu farkındalığımızdan ve dışsal hayatımızdan kelimenin tam anlamıyla duvarla ayırımsızdır.

Donmuş Psişik Zaman Kümeleri

Bastırdığımız acılar, çocukluğumuzun ilk başlarında, hatta birçok kez doğmadan bile önce, rahimde başlamıştır. Çocukluğumuzun daha başlarından itibaren acı veren bir olayda enerji akışımızı durdurduğumuz her sefer, o olayı enerji ve zaman bakımından dondururuz. Aurik alandaki blok dediğimiz şey işte budur. Aurik alan enerji-şuurdan oluştuğuna göre, blok da donmuş enerji-şuurdur. Psişemizin o olayla ilişkili kısmı da biz acıyı kestiğimiz anda donmuştur. Psişemizin o kısmı, biz engeli çözene dek donmuş olarak kalır. Bizimle birlikte olgunlaşmaz. Eğer olay biz bir yaşındayken olmuşsa, psişemizin o kısmı hala bir yaşındadır. Akla getirildiğinde bir yaşında olmaya ve bir yaşında biri gibi davranmaya devam edecektir.

Onu çözecek ve olgunlaşma sürecini başlatacak yeterli miktarda enerji alıp şifa bulana dek olgunlaşmayacaktır.

Böyle enerji-şuur zaman bloklarıyla doluyuz. Herhangi bir gün içinde bir insan ne kadar süreyle yetişkin biri gibi davranır? Çok değil. Birbirimizle sürekli olarak farklı donmuş psişik zaman bloklarından etkileşime geçeriz. Herhangi bir yoğun etkileşimde, her kişi gerçekliği bir an için içlerindeki yetişkin ile algılamaktayken, bir an sonra biri ya da her ikisi, belirli bir yaştaki yaralanmış çocuk unsuruna geçiverebilir. İçsel şuurun bir unsurundan diğerine bu sürekli yer değiştirme, iletişimi zorlaştıran bir başka nedendir.

Böylesi donmuş psişik zaman bloklarının güçlü bir özelliği de benzer enerjilerle biraraya gelerek kümelenmesi, donmuş bir psişik zaman kümesi oluşturmasıdır. Örneğin enerji, terk edilme yapısında olabilir. Joe adında orta yaşlı bir adam düşünün (Aslında hayali bir karakter ama birlikte çalıştığım birçok kişiyi anlatan bir hikayesi var. Doğumda ne olabileceğini ve hayat boyunca nasıl gittikçe büyüyebileceğini anlatmak amacıyla, bu bölüm boyunca Joe'dan yararlanacağım. O, herhangi birimiz olabilir).

Joe doğduğunda annesinden ayrıldı çünkü kadın zor bir doğum geçirmiş ve anesteziyle uyutulmuştu. Bir yaşında iken annesinden tekrar ayrıldı, annesi bir bebek daha doğurmak için hastahaneye gitmişti. Annesini çok seven çocuk, bu iki yaşam deneyiminden ötürü, en çok sevdikleri tarafından terk edilmeyi bekler oldu. Yaşamının daha ileriki dönemlerinde terk edilmenin herhangi bir derecesi meydana çıkar çıkmaz, ilk seferi ile aynı yıkılma gücüyle deneyimlendi.

Böyle derin bir travmadan, bizler bir imgesel sonuç oluştururuz. İmgesel sonuç deneyime dayanır; söz konusu olayda, terk edilme deneyimine. Çocuğun, "Eğer seversem terk edileceğim," diyen mantığına dayanmaktadır. Bu imgesel sonuç, tüm benzer koşullara etki eder. Bir yaşındaki Joe'nun böyle bir fikre sahip olduğunun farkında olmadığı açıktır. Bunun yerine, onu şuursuzca inanç sisteminde sakladı ve hayatı boyunca taşıdı. Psişe bakımından bu ilk iki olay, Joe on yaşındayken annesinin tatile çıkmak için evden uzaklaşması olayıyla da doğrudan bağlantılıdır. Yaşantısında ne zaman benzeri bir olay meydana gelse, Joe'nun tepkisi o anki durumlardan değil de imgesel sonuç açısından kaynaklanıyordu. Bu, belirli bir durumda aşırı abartılan her türden duygusal tepkiye neden olur.

Sonraki bölümlerde de göreceğimiz gibi imgesel sonuçlarımız bizim kişisel davranışlarımızı başlatır, aslında davranışlarımız ilk baştakine benzer travmaları yeniden yaratma eğilimindedir. Demek ki, örneğin eşi veya kız arkadaşı tarafından terk edildiği bir durumu yaratmada Joe'nun da çok payı vardır. Şuursuz negatif beklentilerine dayanan eylemleri, koşulların oluşmasına yardım etmiştir. Terk edilmeyi şuursuzca bekliyor olduğundan, eşine veya kız arkadaşına kendisini terk edecek biri gibi davranacaktır. Kendisini sevdiğini kanıtlaması için aşırı taleplerde bulunabilir ve hatta kadını, kendisini terk etmeyi planlamakla bile suçlayabilir. Bu şuurdışı davranış kadını kışkırtacak ve aslında onu kapının dışına itmeye yardım edecektir. Gerçek, derindeki mesele; kendisine terk edilmeye layık biriymiş gibi davranan Joe'nun aslında kendisini terk etmiş olmasıdır.

İleride de göreceğimiz gibi imgesel sonuçlarımızın gücünü asla küçümsememeliyiz. İmgelerimizi bulmak, sağlığa ve mutluluğa giden dönüşüm sürecinin anahtarına sahip olmak demektir. Bizler, çevresinde donmuş psişik zaman kümelerimizin biraraya geldiği imgelerle doluyuz. Hepimizin çok temizlik yapması gerekiyor.

Benzer enerjiler çevresinde kümelenen ve bir imge oluşturan donmuş psişik zaman blokları, deneyimlerin zaman içinde nasıl ayrılarsa duygular bakımından da ayrı olması gerektiğini düşünen birini şaşırtır. Oysa böyle bir ayrılık yoktur. Donmuş psişik zaman kümesinin her bir küçük parçası, belirli bir geçmiş deneyim sırasında donan enerji-şuurdan meydana gelir. Ama benzer deneyimler, aralarından ne kadar zaman geçmiş olursa olsun birbirlerine doğrudan bağlıdırlar.

Şifa çalışması yoluyla, küçük donmuş psişik zaman bloklarından biri serbest kalır. Derken aurik alanda özgür kalan enerji artışı, otomatik olarak diğer küçük donmuş zaman kümesi parçalarını serbest bırakmaya başlar çünkü bunlar benzer enerjidedir. Joe'ya geri dönersek, her bir zaman bloğu serbest kaldıkça, onu sanki şu anda başına geliyormuşçasına deneyimler. Demek ki, otuz yaşındayken çektiği acısıyı deneyimlivor olabilir; bu acı açığa çıkar çıkmaz, birdenbire kendini on yaşındayken bulur. Kısa süre sonra on yaşındaki, bir yaşında olur.

İnsan psişesinin kişiliğin geri kalanıyla birlikte olgunlaşmamış olan bu parçaları çözülür çözülmez hızlı bir olgunlaşma sürecine girerler. Bu süreç, donmuş enerji-şuurun ne kadar derin, güçlü ve yaygın olduğuna bağlı olarak birkaç dakika ile birkaç yıl sürebilir.

Bu enerjiler İEA'nın tamamıyla dengeli biçimde bütünleştikçe ve bireyin yaşamındaki yaratıcı sürece geri salındıkça, tüm yaşamı etkileyen değişiklikler oluşur. Joe'nun yaşamı artık yaratıcı süreçte aktif olan yeni şuur halinde kendisini yeniden inşa eder. Şuursuzca giriştiği kendisiyle ilgilenilsin gayreti içinde artık kendisini terk etmeyecektir. Bunun yerine kendisiyle kalacaktır çünkü artık buna layık olduğuna ve arkadaşlık, eşlik edebileceğine inanmaktadır. Kendisiyle bu yeni ilişkiyi geliştirir geliştirmez, terk etme enerjisini taşımayan bir kız arkadaşı kendisine cezbedecektir. Demek ki, yeni ilişki bu alandaki ilk deneme olacaktır. Şüphesiz, "doğru kadın" gelene dek birkaç deneme yanılma söz konusu olabilir.

Geçmiş Yaşamlardan Kalan Acılar

Hem literatür araştırması hem de ipnotik regresyon yoluyla büyük miktarda "geçmiş yaşam" araştırması yapılmıştır. Bu araştırmalar, çoğu kronik psikolojik acıların kökenini geçmiş yaşam deneyimlerine doğru izlemektedir. Hayli geniş kapsamlı olan bir araştırma Dr. Roger Woolger'ın Other Lives, Other Selves (Diğer Yaşamlar, Diğer Benlikler) adlı eseridir. Geçmiş yaşam regresyon terapisi sırasında Dr. Woolger, bir hasta bir geçmiş yaşam deneyiminden kaynaklanan acıyı tekrar yaşayıp temizlediğinde, şu anki yaşantısında diğer terapi türlerinin temas edemediği benzer koşullan da temizleyebildiğim keşfetmiştir.

Geçmiş yaşamlar da bizim donmuş psişik zaman kümelerimiz içinde tutulmaktadır. Ayrıca benzer enerjilerle birbirlerini cezbetmekte ve birbirlerine bağlanmaktadırlar. Zaman tarafından ayrılmış değillerdir, diğer başka yaşamlardakiler kadar bu yaşamdaki olaylara da doğrudan bağlıdırlar. Geçmiş yaşamdan kalan donmuş bir olayı çözmek biraz daha fazla enerji gerektirir çünkü daha uzun süredir oradadır ve daha fazla katmanla örtülüdür ama bu, şifa seanslarında yapılabilir.

Kişi hazır olduğunda otomatik olarak gerçekleşir. Şifa seansları sırasında insan enerji alanını gözlemleyişlerime göre, geçmiş yaşam travmaları daima, şu anki yaşamda çözümlenmesi zor olan kronik sorunların temelinde yatmaktadır. Bu yaşamdan kaynaklanan travmalar, elle şifa yoluyla belirli bir dereceye kadar temizlendikten sonra, onların altında gömülü olan geçmiş yaşam travması da temizlenmek üzere yüzeye yükselmektedir. Bu tip şifa çalışması, bir hastanın fiziksel durumunu olduğu kadar hayatını da dönüştürmekte çok etkilidir. Elle şifa yoluyla geçmiş yaşam travmalarının serbest bırakılmasının bir sonucu olarak daima büyük değişiklikler meydana gelir. Bu çalışmada, hastanın geçmiş yaşam çalışmasını şu anki koşullarıyla net biçimde ilişkilendirmesi çok önemlidir; böylece tüm küme serbest kalır ve bu yaşamdaki meselelerden kaçınmak üzere kullanılmaz.

Acının Kökeni: İlk Yaramız

Bakış açıma göre, acının kökeni, kişisel ya da geçmiş yaşamlar denen fenomenden kaynaklanan acı yüzünden bloke edilen enerjiden çok daha derindedir. Bu, her birimizin hem birbirimizden hem de Tanrı'dan ayrı olduğu inancından kaynaklanır. . Birçoğumuz birey olabilmek için ayrı olmamız gerektiğine inanırız. Bunun sonucunda kendimizi her şeyden; ailelerimizden, arkadaşlarımızdan, gruplarımızdan, uluslarımızdan ve topraktan ayrı tutarız. Bu ayrılık inancı korku olarak deneyimlenir ve korkudan da diğer tüm negatif duygular doğar. Bu negatif duyguları yaratır yaratmaz, kendimizi onlardan da ayırırız. Bu ayırma süreci daha çok acı ve illüzyon yaratarak sürer gider, ta ki negatif geribesleme çemberi kırılana ve kişisel süreç çalışmasında tersine çevrilene dek. Yaşamlarımızda daha çok mutluluk ve netlik oluşturmak üzere bu kısır döngüyü nasıl tersine çevirebileceğimiz, bu kitabın temel amacını oluşturmaktadır. Anahtar, sevgi ve var olan her şeyle bağlantılı olduğumuzu bilmektir.

Sevgi, Tanrı'yla ve diğer her şeyle bağlantılı olma deneyimidir. Tanrı her yerde ve her şeydedir. Tanrı'nın ilahi kıvılcımı her birimizin içinde özgün biçimde bireyselleşmiştir. Bu, bireysel olarak tezahür eden Tanrı'dır. Onu içsel pınarımızda veya varlığımızın özünde deneyimleriz. Dışımızdaki Tanrı'yla ne kadar fazla bağlantılı hale gelirsek, içimizdeki Tanrı bireyselliği ile de o kadar çok bağlantılı hale gelir ve onu öne çıkarabiliriz. Evrensel Tanrı'yla ve içimizdeki bireysel Tanrı'yla bağlantıda olduğumuzda tamamen güvende ve özgürüzdür.

İlk Acımızı Örtmek için Maske Benliğin Yaratılması

Doğduğumuzda, özümüz aracılığıyla büyük ruhsal bilgelikle ve güçle hala sıkıca bağlantıdayızdır. Özümüzle ve dolayısıyla ruhsal bilgelik ve güçle bu bağlantı, tamamen güvenlik ve harikuladelik hissi verir. Olgunlaşma süreci sırasında bu bağlantı yavaşça azalır. Yerini, bizi korumak ve güvenli kılmak isteyen ana babaların sesleri alır. Onlar doğru ve yanlıştan, iyiden ve kötüden, nasıl karar alınacağından, belirli durumlarda nasıl etki ve tepki gösterileceğinden söz ederler. Özümüzle bağlantı azaldıkça, çocuk psişemiz ilk baştaki doğuştan gelen bilgeliğin yerine işlevsel bir egoyu koymak için çaresizce çabalar. Ne yazık ki ana babaların diğer şeyleri örten veya içselleştirilen sesleri buna yetmez. Bunun yerine bir maske benlik üretilir.

Maske benlik, kendimizi düzeltmek için ilk girişimimizdir. Bununla, kim olduğumuzu pozitif bir yolla ifade etmeye ve bu yolun, bizi reddetmesinden korktuğumuz bir dünya için de kabul edilebilir olmasını sağlamaya çalışırız. Maske benliğimizi, kabul edilebilelim ve kendimizi güvende hissedelim diye, o dünyanın doğrusu diye düşündüğümüz inançlarımıza göre dünyaya sunarız. Maske benlik başkalarıyla bağlantıya geçmek için çabalar çünkü bu "doğru" olan şeydir. Ama derinden bağlantıyı başaramaz çünkü kişiliğin gerçek doğasını inkar etmektedir. Maske benlik, korkumuzu ve negatif duygularımızı inkar eder.

Bu maskeyi yaratmak için elimizden geleni yaparız ama işe yaramaz. Maske, amaçladığımız içsel güvenlik duygusunu üretmede asla başarılı olmaz. Aslında, bir sahtekar olduğumuza dair içsel bir his yaratmaktadır çünkü iyi olduğumuzu kanıtlamaya çalışırız ama her zaman iyi değilizdir. Kendimizi sahte hisseder ve daha çok korkarız. Böylece daha fazla çabalarız. İyi olduğumuzu (yine, içselleştirilmiş ana babanın seslerine göre) kanıtlamak için elimizden geleni yaparız.

Bu da daha çok korku yaratır çünkü bunu her zaman başaramayız; daha çok sahte olduğumuz hissi, daha çok korku bir döngü içinde büyür.
Maskenin niyeti, iyi olduğumuzu kanıtlayarak düşmanca olduğu varsayılan dünyadan bizi korumaktır. Maskenin niyeti, yapmacık ve inkardır. Amacının acıyı ve öfkeyi örtmek olduğunu inkar eder çünkü acı ve öfkenin kişiliğin içinde var olduğunu inkar eder. Maskenin niyeti, hiçbir negatif eylem, düşünce veya işin sorumluluğunu almayarak benliği korumaktır.

Maskemizin bakış açısına göre, acı ve öfke sadece kişiliğin dışında mevcuttur. Biz herhangi bir sorumluluk almayız. Herhangi bir negatif durum, başka birinin hatası elmalıdır. Bu da öfkeli olan veya acı çekenin bir başkası olması gerektiği anlamına gelir.

Bu "maskeli baloyu" sürdürmenin tek yolu, iyi olanın hep biz olduğunu kanıtlamaktan geçer. İçeride, iyi olmak adına kendi üstümüzde kur­duğumuz sürekli baskıya içerleriz. Kurallara uymaya çabalarız. Ya da uymuyorsak, bizim haklı onların haksız olduğunu kanıtlamaya girişiriz.

Başka birinin kurallarına göre yaşamak zorunda olmaya içerleriz. Yapmak istediğimizi yapmak isteriz. Yoruluruz, öfkeleniriz, umursamayız, negatif şikayetleri ve suçlamaları ağzımızdan kaçırıveririz, insanları incitiriz. Maske içinde tuttuğumuz enerji bükülür, iter, sızar ve başkalarına sıçrar. Ve tabi ki amacımız iyi olduğumuzu kanıtlayarak güvenlik hissini sürdürmek olduğu için biz bunu da inkar ederiz.

İçeride bir yerlerde bu sert ve ani çıkışlardan hoşlanırız. Net ve dosdoğru olmasa ve bunu yaptığımız sırada aklı başında davranmasak bile enerjiyi salmak bir rahatlama sağlar. Negatif enerjimizi bir başkasına atıp fırlatmaktan hoşlanan bir yanımız vardır. Buna negatif zevk denir. Kökeni ise alt benliktedir.

Negatif Zevk ve Alt Benlik

Eminim ki, yapmış olduğunuz negatif bir eylemden zevk aldığınızı hatırlayabilirsiniz. İster negatif ister pozitif olsun her enerji hareketi zevk verir. Bu eylemler zevk içerir çünkü içeride depolanmış enerjinin salınmasıdırlar. Enerji ilk kıpırdanmaya başladığında acı hissetseniz bile kısa süre sonra bunu zevk izleyecektir çünkü acıyı salarken ayrıca yaratıcı kuvveti de salarsınız ve bu daima zevk olarak deneyimlenir.

Negatif zevk, alt benliğimizden kaynaklanır. Alt benimiz, kim olduğumuzu unutmuş olan yanımızdır. Psişemizin ayrı, negatif bir dünyaya inanan ve buna göre davranan kısmıdır. Alt benlik negatifliği inkar etmez. Ondan hoşlanır. Negatif zevk edinme niyetindedir. Alt benlik, negatifliği maskenin yaptığının aksine inkar etmediğinden, maske benlikten çok daha dürüsttür. Alt benlik, negatif niyeti bakımından doğru sözlüdür. Yalancıktan hoşmuş gibi yapmaz; hoş değildir. Önceliği kendine verir ve bu konuda kesindir. "Kendime bakarım, sana değil," der. Ayrılmış dünyası nedeniyle hem kendisine hem de bir başkasına özen gösteremez. Negatif zevkten hoşlanır ve daha fazlasını ister. Kişiliğin içindeki acıdan haberdardır ve o acıyı hissetmeye hiç niyeti yoktur.
Alt benliğin niyeti; ayrılık halini sürdürmek, istediği her şeyi yapmak ve acı hissetmemektir.

Üst Benlik

Şüphesiz olgunlaşma süreci sırasında psişemizin tamamı özümüzden ayrılmamıştır. Bir parçamız herhangi bir çabalama olmaksızın net ve sevgi doludur. İçimizdeki bireysel ilahilikle doğrudan bağlantıdadır. Bilgelikle, sevgiyle ve cesaretle doludur. Büyük yaratıcı güçle bağlantısı vardır. Yaşantılarımızda yaratılmış olan tüm iyiliğin kolaylaştırmışıdır. Kim olduğumuzu unutmamış olan yanımızdır.

Yaşantınızda her nerede ve her ne zaman huzur, neşe ve tamama ermişlik varsa, üst benliğiniz yaratıcı ilke aracılığıyla kendisini orada ifade etmiş demektir. Eğer "gerçekte kim olduğunuz" veya "gerçek benliğiniz" terimlerinin ne anlama geldiğini merak ediyorsanız, yaşantınızın bu dönemlerine bakınız. Onlar, gerçek benliğinizin bir ifadesidir.

Yaşantınızın negatif bir bölümü gerçek benliğinizin bir ifadesidir, diye asla düşünmeyin. Yaşantınızdaki negatif bölgeler veya dönemler, kim olmadığınızla ilgilidir. Onlar, gerçek benliğinizin ifadesini nasıl engellemiş olduğunuzun örnekleridir.

Üst benliğin niyeti hakikat, arkadaşlık, saygı, bireysellik, net öz farkındalık ve Yaratan ile birleşmedir.

Niyetin Önemi

Üst benlik, alt benlik ve maske benlik arasındaki ana farklılık, her birinin dayandığı temeldeki niyette ve bu temeldeki niyetten kaynaklanan herhangi bir etkileşimde mevcut olan enerjinin niteliğinde bulunur.

İnsan etkileşimlerinin çoğunu bu kadar akıl karıştırıcı yapan şey, arkalarındaki niyete göre farklılaşmalarıdır. Söylediğimiz sözler, bu üç farklı niyet bölgesinden birinden gelebilir: üst benlik, alt benlik veya maske benlik. Kelimelerimiz başka şeyler anlatmasına rağmen biz başka bir şey söylüyor olabiliriz. "Biz arkadaşız," derken, üst benlik tam olarak söylediği şeyi ifade eder. Maske benlik ise "Ben iyi olduğum sürece ve iyi olanın ben olduğum illüzyonuna meydan okumadığın sürece arkadaşız," der. Alt benlik ise "İzin verdiğim kadarıyla arkadaşız. O noktadan sonra, dikkatli ol! Fazla yaklaşma çünkü istediğimi almak ve acıdan kaçınmak için seni kullanacağım. Eğer bana veya acıma fazla yaklaşırsan ya da beni istediğimi almaktan alıkoyarsan, senden kurtulurum! .." der (Bu durumda, kurtulmak terimi, o kişiyi durdurmak için gereken her şey, anlamına gelir. Onlarla konuşmamaktan ya da bir tartışma veya güç oyununda onlara üstün gelmekten tutun da onlardan fiziksel olarak kurtulmaya kadar her şey).

İlk Yaramızı Savunmak ya da İnkar Etmek
Daha Fazla Acı Yaratır

Özümüzden yükselen eylemlerimiz maskemiz tarafından gittikçe daha fazla bozundukça, eylemlerimizi suçlama yoluyla daha fazla haklı çıkarmamız gerekir. Alt benliğimizin varlığını da ha fazla inkar ettikçe, kendimizi daha fazla güçsüz bırakırız. İnkar etmek, içimizdeki yaratıcı kaynağın gücünü keser. Bu da gittikçe daha çok büyüyen bir acı ve çaresizlik yaratır. Bu acı ve çaresizlik kısır döngüsü büyüdükçe, ilk acı veya yara daha büyükmüş gibi görünür. Hayal edilmiş acıyla öylesine hayal edilmiş bir yoğunlukta örtülür ki ondan şuursuzca ürkmeye başlarız ve onu deneyimlemeye karşı kendimizi savunmak adına her şeyi göze alırız.

Hayalimizde, bu tamamen işkence ve yok olma haline gelir. Ondan uzak durmayı ve şifa vermemeyi haklı çıkardıkça ilk yara tamamen derine gömülür; aslında hiç de olduğunu sandığımız şey değildir.

Bir şifacı ve öğretmen olarak deneyimlerimden şu sonuca vardım: Alışılmış savunma örüntülerimiz yoluyla ilk yaradan kaçınarak, yaşantımızda ve bedenlerimizde ilk yaranın ilk seferde yarattığından çok daha fazla acı ve hastalık yaratıyoruz.

( Işığın Doğuşu - Barbara Ann Brennan ) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder