11 Eylül 2013 Çarşamba

Şifacılıkta Daha Ötelere Uzanmak



Şifacılıkta Daha Ötelere Uzanmak
Georgia Regan - Debbie Shapiro


Şifa hakkındaki anlayışımızı uygulama yaparak geliştirdiğimizde, bilebildiğimizin ötesinde gidilebilecek çok yollar olduğu açığa çıkar. İnsan varlığı; düşünceler, duygular, dürtüler, içgüdüler,ani hisler, anılar, dokular, organlar, kemik, kan, kimyasal maddeler, hücreler, hormonlar, et, soluk ve tüm bunların her noktasını kaplamakta olan görünmeyen enerjiler ve ruhtan oluşmuş kompleks bir varlıktır. Bu olağanüstü varlığı bütünüyle anlamayı bekleyemeyeceğimiz gibi buna gerek de yoktur. O kendi kendisini gerçekten çok iyi anlar ve üstelik debizim müdahalemizin olmaması daha iyidir. Sağlıksız ve stres yüklü davranış biçimleriyle onun doğal fonksiyonlarına müdahale ettiğimizde. bir dengesizliğe sebep oluruz ve normalde pürüzsüz çalışan mekanizma bozulmayabaslar.

Enerji kalıplarının ve dengesizliğin tezahürlerinin daha derinden kavranması, daha yüksek bir sağlık durumunun korunmasını mümkün kılabilir. Şifa tekniklerinin öğrenilmesinde bu yüzden farklı tiplerde mevcut terapilerin araştırılması ve nasıl çalıştıklarının değer lendirilmesi oldukça yararlı olabilir. Bu, şimdiki uygulamamızda herhangi bir farklılık yaratmayabilir fakat üzerinde çalıştığımız temelleri genişletip bizi insan varlığı hakkında daha ileri bir anlayışa götürecektir.

Yaşam bu noktada keşfedilir. Şimdiki halde insan, beyin kapasitesinin yaklaşık % lO'unu kullanmaktadır. İçimizde keşfedilmemiş olarak duran ve hakkında pek az bir şeyler bildiğimiz ya da hiçbir şey bilmediğimiz geniş ve bilinmeyen alanlar. vardır. Diğer bir deyişle, zannettiğimizden çok daha fazla yeteneklere sahibiz. Bizi bekleyen bu bilinmeyen yöreleri daha derinlemesine araştırabilir. daha fazla keşfedebiliriz.

Ve yeni öğrenilen her deneyim bizi, insanın mucizelerine, gerçekten sahip olduğumuz olağanüstü güçlere ve hepimizin içinde mevcut olan o büyük potansiyele daha çok yaklaştıracaktır. Bunların çoğu, meditasyon ve zihne odaklanma uygulamalarıyla yada derin gevşemeyle içsel karmaşa azalmaya başladığında daha net bir halegelecektir. İşte bu noktada müdahale etme,ihtiyacından kurtulabilir ve sükünete teslim olabiliriz.

Bu yolda ilerledikçe, her şeye kişisel ve benmerkezci bir yaklaşımla bakmamız ve böylece kendimizi gelişmekten alıkoymamız sebebiyle kendi engellerimizi kendimizin yarattığı kısa zamanda açıkhale gelecektir. Fakat elcilik bir inkar eylemi değildir. Şöyle ki: Egomuzu yenmek, onu inkar etmek yada bir yolunu bultıp ondan kurtulmak zorunda değiliz. (Bunu istesek de yapamayız.) Bunun yerine, kendimizi egonun isteklerinin ve müdahalelerinin kullanılmadığı ve gereksiz bir hale geldiği ve bunları aşabildiğimiz bir noktaya ulaştırmalıyız. Bu, bireysellikten şefkate, kibirden alçak gönüllülüğe, cehalettenanlayışa doğru ilerlemekle gerçekleşen bir süreçtir. Odak noktamız ilahilik olduğunda, kendi arzularımızı işimiz in dışında tutmaya başlarız.

Bunu başarmak için özel bir şeyler yapmaya çabalamak zorunda değiliz. Eğer böyle bir çabalama içerisindeysek bu, şu an içinde bulunduğumuz şartlardan memnun olmadığımızı ve işleyen sürece güvenmediğimizi gösterir. Bir şeyler yapmaya çalışmak, bir şeylerin üstesinden gelmek demek değildir. Çabalamamak. Şimdiki an içerisinde bütünüyle "burada ve şimdi" olma halidir; fazlalıklardan, oyunlardan, kişisel sürçmelerden, güven tazeleme ya da haz ihtiyacından kurtulmaktır; makul olma halidir. Biz, burada ve şimdi -kendi hakkımızda peşin hükümlü fikirler olmaksızın- kimsek oyuz.

Dinsel ya da felsefi düşünce sistemleri bizi içimize daha derinlemesine yönelmeye teşvik ederek bu gelişimde bize yardımcı olabilirler. İnsanın en üst düzeydeki amacı, ilahilikle bir olmayı başarmaktır. Böylece kişisel benlik yada ego daha fazla rol oynayamayacaktır. Din ve felsefe bize bu hale ulaşmakiçin çeşitli prensipler veya yöntemler sunarlar ve bunların hepsi de geçerlidir. Ancak bu yolların hiç birisi tek başına herkesin doğrusu olamayacağı gibi açıklamalarında mükemmel de olamaz. Çünki kelimeler, tarif edilemez olanı asla bütünüyle tarif edemezler.

Bir dağın zirvesine giden pek çok yol vardır. Hepsi de bizi oraya ulaştırır. Fakat hiç birisi gidilecek tek yol değildir. Her birimiz kendi yolumuzu kendimiz bulmak zorundayız. Elbette bize doğru yönü gösteren işaret direkleri vardır; fakat kayalara tırmanmak, vahşi ormanda ilerlemek ya da derin uçurumları geçmek zorunda olan biziz. Izlediğimiz çeşitli haritaların incelenmesi, savaş alanımızı tanımanın bir yoludur. Önümüzde yer alan bazı gizli tehlikelere karşı uyarılabilir, zorluk içerisine girdiğimizde yardım görebilir ve yönümüzü kaybettiğimizde nazikçe rotamıza geri döndürülebiliriz. Çıkacağımız dağın anlaşrlrnası, bizden önce oraya gidip gelmiş olanların rehberliklerine başvurmak ve yol boyunca yer alan işaretleri tanımayı öğrenmek tüm bunlar yolculuğu muzu daha kolay hale getirecektir.

Bunu bizim adımıza kimse yapamaz. Bencilce arzularımızı, düzensizliğimizi ya da ümitsizliğimizi giderebilecek tek kişi kendimiziz. Pek çoğumuz büyük bir dışsal deneyiminbizi bir şekilde değiştireceğine, şuurluluğumuzu artıracağına inanmaya eğilimliyizdir. Ve yıllarımızı bu nihai deneyimin peşinden koşturmakla geçirebiliriz. Ancak görünmeyen ve bilinmeyeni gerçekten keşfetmenin tek yolu sebatlı bir şekilde sürdürülen meditasyon ya da kontemplasyondur.

Bizi alıkoyan şeyler den kurtuluş burada bulunur. Kısacası tırmanılması gereken dağ içimizdedir.

"Bu, önü açık olmayan, hatta hiç kolayolmayan bir yolculuktur. Zaman zaman, maksadın yerine geldiğine, çözülme varmış gibi göründüğü zaman dahi bütünleşmenin olduğuna dair bir imanla körü körüne çabalamakta olduğumuzu fark ederiz. Böyle körü körüne çabalamak hayat gücünün bizim için doğru olanı yaptığına tam bir güven duymamızı gerektirir."

Günümüzde ortaya çıkan pek çok yeni sistemler ve yollar vardır (ve bunları yaymak için de aynı miktarda üstatlar). Kimin güvenilir, kimin doğru, kimin yanlış olduğu ayırt edilemeyebilir. Buda şakirtlerine, kendileri yaşayıncaya kadar onun söylediği hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemelerini ögütlerken onlara son derece yararlı bir öneride bulunmuştu. Ne zaman söylenenler yaşanan birer gerçeklik haline gelir, kendileri için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu o zaman bilebilirlerdi.

Yalnızca Buda söylediği için değil.

Bu bakış açısıyla kendi sezgilerimize güvenmek esastır. Belirli bir metot ya da öğretmen hakkında herhangi bir şüphe varsa o zaman kendimizi rahat hissedinceye kadar sorgulamalı ve iyice araştırmalıyız. İzlenebilecek güvenilir bir yol, ya köklü bir geleneğe ya da çağlar boyu mürşitten mürite aktarılan öğretilere dayanmalıdır. O zaman bilebiliriz ki o metotlar defalarca denenmiş ve ondan sonra güven ve etkili bir yol olarak kabul edilmiştir.

Geçmişi olmayan ve yalnızca son zamanlarda gelişmiş olan metotlar garantili değildir ve uzun vadede ne gibi yararları ya da riskleri olacağını hiçbir şekilde bilemeyiz. Bununla beraber kendimize şu soruları sorabiliriz: Kendimizde alçakgönüllülük, merhamet ya da karşılıksız sevgi gibi temel bazı niteliklerin geliştiğini görüyor muyuz? Yoksa kişisel güç, başka insanlar üzerinde üstatlık taslamak ya da servete tamah etme gibi benmerkezci bazı nitelikler mi gelişiyor? Metot bizi başkalarına hizmet etmeye mi teşvik ediyor yoksa istismara mı? Ego, son derece aldatıcı... Fakat bizler onu aşmak için bir yol bulmak yerine genellikle kendimizi daha fazla onun içerisine gömülürken buluyoruz.

İnsan hakkındaki çok kapsamlı bir anlayış, zihin ve beden arasındaki ilişkiye bu bilgiyle nasıl bütünleşileceği, binlerce yıllık tecrübelerle gelişmiş olan eski felsefi tradisyonlardan gelmiştir. Temas yoluyla şifa, sevgi ve alçakgönüllülük üzerine kurulmuş olduğundan dolayı bu tradisyonun bir parçasıdır. Bunun önemli bir kısınını yalnızca Hristiyanlık içerisinde değil, aynı zamanda pek çok Doğu dinlerinde de buluruz.

Sağlıklı bir zihin daha derin spiritüel gelişim için esastır. Ve sağlıklı bir beden sağlıklı bir zihne bağlıdır. Sözü geçen öğretiler içerisinde; çeşitli şifa teknikleri (akupunktur, akupresür, refleksoloji, masaj), beslenmeyle ilgili prensipler (naturopati, şifalı bitkilerin kullanılması), fiziksel egzersizler (hatha yoga, t'ai chi chuan), nefes alıştırmaları, renklerin kullanımı ve içimizdeki enerji merkezleri (şakralar) ileilgili ayrıntılı teknikler bulmak mümkündür. Tüm bu tekniklerin incelenmesi bizim burada ayırabileceğimizden çok daha fazla zaman alır. Ancak en azından temel bir anlayış vermesi bakımından bunlara kısaca değineceğiz.

Şakralar

Bedenimizin içerisinde şakralar olarak bilinen yedi temel enerji merkezi vardır. Bu merkezler, hormon al salgı bezlerinin ve büyük sinir ağlarının üzerinde ya da çok yakınında olup belirli noktalarda omurgayla kesişirler. Kadim metinlerde "Yedi Mühür" ya da "Yedi Kutsal Salgı Bezi" olarak da bilinirler. "Şakra" sözcüğü Hintçe kökenli olup, tam olarak "ateş çarkı" anlamına gelmektedir. Y oga, bu şakraları harekete geçirmek için özel teknikler geliştirmiş (asanalar ve nefes tekniklerigibi) ve onları açmış lotus çiçekleri olarak tasvir etmiştir.

Birinci şakra "Muladhara" kök merkez anlamına gelir. Kuyruk sokumuyla bağlantılıdır ve apış arasında yer alır. Beşer]' potansiyelimiz, temel yaşamsal ihtiyaçlarımız ve ilkel ya da içgüdüsel yönlerimizle ilişkilidir.

İkinci şakra, "Svadhistana" kişinin ikamet ettiği yer anlamına gelir. Omurgayla ilk lumbar bölgesinde kesişir ve dalak ve pankreasla bağlantılıdır. Bedendeki şuursuz faaliyetler, cinsel dürtüler ve düşük seviyeli ilişkilerle ilgilidir.

Üçüncü şakra "Manipura" mücevherler şehri anlamına gelir. Sekizinci toraks'ta yer alır; güneş sinir ağı ve böbrek üstü bezleri ile bağlantılıdır. Hükmetme, benmerkezci duygular ve kendi kendine eşkoşmayla ilgilidir.

Dördüncü şakra "Anahata" tam olarak açığa çıkmamış (unstruck) anlamına gelir. Kalp şakrası olarak da bilinen bu şakra birinci toraks'da timus bezinin yakınında yer alır. Şefkat, sevgi ve muhabbet ile ilgilidir.

Beşinci şakra "Vishuddhi'', saflaşma anlamına gelir.
Bu şakra, tiroid bezinin yakınında, üçüncü omurun hizasındadır. iletişim, ifade've yüksek düşünsel süreçlerle ilişkilidir.

Altıncı şakra "Ajna", üçüncü göz (ya da alın) şakrası olarak bilinir. Kaşların arasında yer alır; birinci omur ve hipofiz beziyle bağlantılıdır. Yüksek düzeyde kendi kendinin farkında olma, içsel vizyon, mutluluk, neşe ve zihin gücü ile ilgilidir.

Yedinci şakra "Sahasrara", yalnızca bir şakra olmaktan ötedir. Başın tepesinde yer alır ve epifiz ile bağlantılıdır. Kendini bilme, en yüksek şuurluluk ya da aydınlanma ile ilişkilidir.

Zihnimiz ve bedenimizle direkt bağlantılı olan şakralar, varlığımızın fiziksel, duygusal, mantal ve spiritüel yönleriyle ilişkilidir. Şakralar pek çok insanda kapalı kalmakta ya da minimal düzeyde işlev görmektedir. Şu urlu olarak geliştirilirlerse açılmaya başlarlar ve böylece daha yüksek şuurluluk seviyelerine ulaşmamızı sağlarlar.

Gelişimimiz bu şakralardan yukarı doğru hareket eder. İnsanlar genellikle -arzular ve hazlar seviyesinde ­ikinci şakralarını kullanırlar. Politik liderler hükmetme içgüdüsünü ifade eden üçüncü şakrayı kullanırken, bilgeler ve daha gelişmiş öğreticiler ise dünyayı, sevgi ve şefkat işlevi gören dördüncü şakra (kalp şakrası) aracılığıyla görürler. Şuurluluğumuz geliştikçe anlayışımız da derinleşecektir. Alt seviyelerdeyken daha üst seviyelerin anlaşılması zordur; ancak daha üst seviyelere açıldığımızda, hem daha önce bulunduğumuz alt seviyeleri daha net bir şekilde görürüz, hem de tecrübemiz daha derin ve daha kapsayıcı hale gelir. Üst şakraları açılmış bir spiritüel öğretici bu yüzden bunu henüz başaramamış olan pek çoğumuza yol gösterebilir.

Her şakra, varlığımızın -büyüme ve sağlığı da kapsayan- çeşitli fonksiyonlarını kontrol eden hormonal sistemdeki bir salgı beziyle yakından bağlantılıdır. Bu salgı bezlerinin fonksiyonlarındaki ağırlaşma; hayata bakışımız, ruh halleri, davranışlar ve mücadele yeteneğimiz üzerinde hatırı sayılır etkiler meydana getirecek­tir. Salgı bezlerinin durumuna bağlı olarak; sıkıntılı, öfkeli, korkulu, kötümser ya da mutlu, huzurlu, güvenli ve iyimser hale gelebiliriz. Salgı bezleri beyine ve buradan da varlığımızın duygusal, zihinsel ve spiritüel yönlerine bağlıdır. Bu durumda şakralar, fizik bedenimizde bulundukları yerlerdeki kısımları. kendileriyle ilişkili olan duygusal ya da zihinsel hallere bağlayan iletkenler gibidirler. Bu, zihin ve beden arasındaki direkt ilişkinin bir örneğidir.

Renkler

Her şakra, aynı zamanda yedi renkten biriyle ve bu renklerin bağlantılı oldukları hastalıklarla da ilişkilidir.

Kırmızı: Kök Şakra (Muladhara)
Kavun içi: Karın altı Şakrası (Svadhistana)
Sarı: Mide Şakrası (Manipura)
Yeşil: Kalp Şakrası (Anahata)
Açık Mavi: Gırtlak Şakrası (Vishuddhi)
Çividi Mavi: Alın Şakrası (Ajna)
Mor: Tepe Şakrası (Sahasrara)

Bu renklerin kullanımı Çin, Mısır, Yunan ve Hint gibi kadim medeniyetlerce iyi bilinir ve kullanılırdı. Hasta, genellikle etrafı gereken renkle çevrili olarak ya da özel bir odada yatıştırıcı ve iyileştirici kıymetli renkli taşlar içerisinde oturur veya yatardı. Bu uygulamaların dışında şifacılar ellerini rahatsız bölgeye koyup gereken rengin ellerinden bedene aktığını imajine ederlerdi.

Meridyenler

Eski Çin uygarlığı tarafından, beden üzerinde bir birini kesen ve sağlık durumumuza direkt etkisi olan enerji yollarının, meridyenlerin detaylı bir tasviri yapılmıştır. Bu yolların herhangi birisinde bir tıkanıklık meydana geldiğinde, enerji, bu yolla ilişkili bölgeye akamaz ve hastalıklar meydana gelir. Akupunktur (saç teli kalınlığında iğneleri kullanarak) ve akupresur (işaret parmağı ya da baş parmağın dairesel hareketlerle belirli bölgelere bastırılması) gibi teknikler, bu meridyenler üzerindeki belirli noktaların uyarılması içindir .Sonuçta bu uyarım beyne ulaşır ve tıkanıklığı giderip enerji akışını düzelterek ilgili organa geri döner.

Çinliler, hastalığın doğası hakkında berrak bir anlayış geliştirdikleri kadar, meridyenlerin kapsamlı şemalarını da yapmışlardır. Çin kültüründe hastalıklar şu elementlere göre kategorize edilirdi: toprak, hava, ateş, su ve metal. Hem akupunktur hem de akupresür son derece etkili oldukları gibi, meridyenlerin anlaşılması, fiziksel bedendeki enerji tezahürleri hakkındaki bilgimizi genişletmemize yardımcı olur.

Bu uygulamalara benzer bir başkatedavi biçimi, yine Çin kökenli olan "refleksoloji"dir. Bu teknik, ayaklar ve ellerde sona eren meridyenlerin ve bedenin her parçasına karşılık gelen refleks noktalarının uyarılması esa­sı üzerine kuruludur. Sol ayak (ya da el) sol tarafı, sağ ayak sağ tarafı etkiler. Spinal refleks ise ayakların içine kadar uzanır. Ayak parmakları kafaya, ayağın üst kısmı sindirim sistemine tekabül eder vs. Belirli yerlere basınç uygulamak suretiyle enerji refleks noktalarından bedenin ilgili kısmınagönderilir. Bu işlem, hastalığın bulunduğu yerde dengenin yeniden sağlanmasına yardım eder.

Refleksolojiden gelişen ve yine kökleri eski Çin'e dayanan bir başka uygulama ise "Metamorfik Teknik"tir. Bu teknik, spinal refleksleri (ayaklar ve ellerde, kafada ya da omurganın kendisinde) yalnızca fizik beden için değil aynı zamanda hamilelik süresince de var olduğunu kabul eder. Bu bölgelere uygulanan hafif manipülasyonlarla, hamilelik süresince bloke edilmiş ve etkilerini şu anda bulunduğumuz realitede gösteren enerji tıkanıklığı düzeltilebilir. Bu teknik semptomlarla ilgili değildir ve hastanın enerjiyle ihtiyacı olduğu tarzda bütünleşmesine izin verir. Aynen ruhsal şifa çalışmasında olduğu gibi bu teknikte de şifacı kendisini maksatlı olarak işin dışında tutar ve sadece bir katalizör (hızlandırıcı) rolü oynar. Bu yolla hasta da, gelişimi üzerine empoze edilen sınırlandırmalardan kurtulmuş olacaktır. Burada iyileştirme daima daha yüksek uygulama seviyelerine ulaşan hayatgücü ile yapılır.

"Hayat herşeye nüfuz eden, yine de her şeyin ötesinde olan bir faktördür. Maddenin içinde olan ve ona etki eden bir güçtür ve biz bu güce 'hayat gücü' diyoruz. Hayat, yaratmadır ve yaratmadan hareket doğar: Hareket, değişimdir ve var oluşun çeşitli siklusları içerisinde bu değişimi sürdüren hayat gücüdür. .. Metamorfik tekniğin vurguladığına göre bu hayat gücünün ötesinde dahi şifacıların çalışmalarında bağlı kaldıkları prensip sadece hayattır."

Beslenme

Besinler bedenimizin gelişmek için ihtiyaç duyduğu temel gıdaları karşılarlar. Bu gıdalar alınmazsa hasta oluruz. Fakat hergün gıda olduğunu zannettiğimiz, aslında çok az bir besin değeri olan abur cubur şeyleri tüketmekteyiz. Bu yüzden temelolarak makul bir diyet öncelikli öneme sahiptir. Doğa, bize, sağlığımızı sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğumuz çeşit çeşit gıdaları en saf haliyle cömertçe sunmaktadır. Fakat biz doğadan uzaklaştıkça, yiyecekleri tanınmayacak hale gelene kadar işlemden geçirerek yemenin iyi olduğuna hükmetmişiz. Halbuki bu durumda onlar orijinal gıdalarını muhafaza edemezler. İnsan, doğadan kendini ayrı tutmayı gelişim olarak görmeye başlayalı beri gerçekten garip bir mahlük haline gelmiştir!

Sonuç olarak pek çoğumuz temel gıdalardan yoksunuz ve kendimizi zarar verici şeylerle dolduruyoruz. Ayrıca denge sağlayacağı ümidi ile bir taraftan abur cubur şeyler yerken diğer taraftan avuç dolusu vitamin ve mineral hapları kullanıyoruz. Daha sade ve daha doğal bir şekilde beslendiğimizde sağlık durumumuzda da gözle görülür bir düzelme olacaktır..

( Ruhsal Şifa El Kitabı - Georgia Regan - Debbie Shapiro )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder