11 Eylül 2013 Çarşamba

Bir Şifa Planı Yaratmak



Bir Şifa Planı Yaratmak
Barbara Ann Brennan

Kişi söz verene dek tereddüt, geri çekilme şansı, daimi yeteneksizlik söz konusudur. Tüm inisiyatif (iç yaratma) eylemleri bakımından, göz ardı edilmesi durumunda sayısız fikri ve muhteşem planı öldüren tek bir temel gerçek vardır: kişi kendini kesinlikle adadığı anda, İlahi Taktir de harekete geçer. Aksi takdirde asla oluşmayacak şeyler kişiye yardımcı olmak üzere meydana gelir. Olayların tüm akışı; bu karardan çıkar, her türden öngörülememiş olay, karşılaşma ve hiç kimsenin karşısına çıkacağını bile hayal edemediği maddi yardım kişinin lehine olacak biçimde yükselir. Goethe'nin dizelerinden birine derin saygı duymayı öğrendim: 'Her ne yapabilir ya da hayal edebilirsen, başla. Cesaretin içinde deha, güç ve sihir vardır.

W. H. Murray, The Scottish Himalayan Expedition
(İskoç Himalaya Keşif Gezisi)

Kişisel Şifa Planını Yaratmak

Pratisyenliğe ve öğretmenliğe devam edip insanlarla daha fazla deneyim kazandıkça, her bir kişinin bir hastalığa çare olması için genel bir tedavi prosedürüne değil de toplam yaşam kalitesini iyileştirmek üzere o kişinin ihtiyaçlarına dayanan kişiye özel bir şifa planına ihtiyacı olduğu benim için iyice netleşti. Şüphesiz, fiziksel bedene ya da psikolojik bir hastalığa şifa vermek büyük önem taşır ama bu daha geniş bakış açısı çok daha fazla önem taşır. Şifa planı hastalığa çare olmaya değil kişiyi iyileştirmeye odaklanır. Şifa planı buna ne kadar çok odaklanırsa, iyileşme de o kadar derin ve etkili hale gelir. Adeta sağlığın bir sınırı yok gibidir. Bir birey kapsamlı bir şifa planına başladığında, şifa hayat boyu süren bir büyüme ve öğrenme sürecine dönüşür. Kişiyi daha derin ve daha dolu yaşam deneyimlerine doğru götüren büyük bir maceraya dönüşür.

Bir şifa planını yaratırken, aurik düzeylerimi­zin hepsinde olduğu kadar fiziksel bedenlerimizdeki yaşamımızın arka planını ve amacını da ruhsal gerçeklerin oluşturduğunu unutmamalıyız. Eğer alanımızın belirli bir düzeyinde bozulma düzensizlik varsa, hiç şüphesiz biz o düzeydeki ruhsal amacımızı yerine getirmiyoruzdur. Yaşamımızı yaratmak için ihtiyacımız olanı alamıyoruzdur.
Dolayısıyla, aurik alanın herhangi bir düzeyinde şifa bulma sürecine girdiğimizde, "Bu düzey amacına hizmet ediyor mu?" diye sormamız gerekir.

Şunlar gibi sorular oluşturmalıyız: Fiziksel bedenlerimiz, eylem yoluyla ilahi bireyselliğimizi fark etmemize yardımcı olma amacına hizmet etmekte midir? İkinci düzeylerimiz bizlere kendi bireysel hislerimizin deneyimini ve kendimiz için sevgi sağlamakta mıdır? Aurik alanımızın üçüncü düzeyi bize bireyler olarak netlik ve uygunluk duyusuna sahip olalım diye şuurlu farkındalığımıza odaklanma, algılarımızı birbirinden ayırabilmek ve birbiriyle bütünleştirme yeteneğini sağlıyor mudur? Dördüncü düzeyimiz sayesinde ihtiyaçlarımızı karşılayacak, sevecen "Sen-Ben" bağlantıları kurmakta mıyız? Var olan her şeyle bağlantıda olduğumuzu deneyimliyor muyuz?

Günlük yaşantımız için şifa planlan yaratmaya, en temel ihtiyaçlarımızla başlamalıyız: varlığımızın fiziksel ve ruhsal unsurlarını bütünleştirenlerle...
Bu kısımda sizlere aurik alanınızın her biri, insan yaşamınızın ve insan ihtiyaçlarınızın farklı bir unsurunu temsil eden dört alt düzeyinin her biri için bir şifa planını nasıl yaratacağınızı göstereceğim. Şifa planınızın ilk düzeyi, fiziksel bedeninizin ve onun kalıbı olan aurik alanınızın ilk düzeyinin kişisel bakımına odaklanacaktır.

Şifa sürecinizde deneyimleyeceğiniz en büyük değişimlerden biri, sizi çepeçevre saran ve içinizden akan yaşam enerji alanlarına duyarlılığınız olacaktır. Çevrenize, size sağladığı enerji bakımından bakacağız. Dokuzuncu bölüme bu çevrenin enginliğine odaklanmakla başlayacak, daha sonra sürekli olarak içine batık durumda yaşadığınız birçok yaşam enerjisinin daha küçük ölçeklerine odaklanacağız.

Yaşamın Temeli Olan Yeryüzü Enerjileri

Yeryüzünün farklı yerleri, farklı kombinasyonlarda enerjiye sahiptir. Herhangi belirli bir yerin tüm enerji alanı çok karmaşıktır. Mineral tortular gibi toprağın bileşimini oluşturan tüm organik ve inorganik malzemenin birleşik enerjileri de dahil yerel coğrafi düzenlenişin enerjilerini, şimdi orada mevcut olan ve şimdiye dek orada mevcut olmuş olan tüm bitki ve hayvanların enerjilerini, çeşitli insan topluluklarının ve onların bu yerde bilinmeyen zamanlardan beri yaptıkları etkinliklerin enerjilerini ve de şimdi orada bulunan insanların ve onların etkinliklerinin enerjilerini içermektedir.

Ek olarak, yeryüzü üstündeki her yer ayrıca güneş sisteminden gelen enerjilerden olduğu kadar yıldızlar arası ve galaksiler arası enerjilerden de etkilenmektedir. Bu enerjiler yerküreye nüfuz eder, içinden geçer veya yeryüzünün farklı yerlerinde farklı farklı birikirler. Yeryüzünün manyetik alanı bu düzenlenişte kısmen rol oynar çünkü kozmik enerjilerin belirli bantlarını yeryüzünün belirli yerlerine yönlendirmektedir. .

Heyoan gelecekte bu enerji alanlarının haritalarına sahip olacağımızı ve insanların, evlerinin ve kasabalarının yerlerini, adeta Çin'deki jeomanslar gibi bu haritalara göre seçeceklerini söylemekte. Jeomanslar, çok karmaşık sezgiyle belirleme sistemlerine göre, inşaat yapılacak araziyi ve oraya inşa edilecek evlerin konumunu ve yönelişini seçerler. Yasak Şehir gibi önemli kutsal şehirlerin yerlerini de seçerler. Jeomanslar evlerin hem dış hem de iç tasarımım yapar, ayrıca evin içinden geçen enerji akışını kontrol etmek üzere döşenmesiyle de ilgilenirler.

Bilgilerinin çoğu, geleneksel inançlar kadar enerji akışına ait bilgilerden de gelmektedir, dolayısıyla çok çalışmadıkça bunlar Batılılar için bir anlam ifade etmemektedir. Heyoan gelecekte bizlerin yeni ulusların doğum yerlerini yeryüzünün enerji alan haritasına olduğu kadar başka gezegenlerin enerji alan haritalarına bakarak da seçeceğimizi söylüyor. Bireyler için üstünde yaşaması başka yerlere göre daha sağlıklı olan yerlerin olduğunu söylemektedir. Şüphesiz, bu bölümde birazdan ele alacağım genel kurallar var ama Heyoan bize bunların bireyden bireye değiştiğini de hatırlatmakta.

Örneğin, bazı insanlar okyanus ya da büyük su kitleleri yakınında kendilerini daha iyi hissetmekteyken başkaları da dağlarda veya bir çölde kendini iyi hisseder. Bu eğilimler, bizim insan enerji alanımızı oluşturan enerjilerin bileşimiyle doğrudan ilişkilidir. Her birimiz farklıyız çünkü her bir insanın aurik alanını oluşturan enerjilerin yapısı farklıdır, ayrıca öz yıldızın derin özü her birimize farklı bir biçimde nüfuz etmiştir. Genelde insanlar coğrafi bakımdan nereye ait olduklarını bilirler ve bunu "Ben bir dağ insanıyım," ya da "Ben ancak büyük bir su kitlesinin yakınında yaşayabilirim," gibi sözlerle ifade ederler.

Bazıları yaşayacakları bölgeyi iklimine veya hava koşullarına göre seçer.

Hava Koşulları

Hava koşullarının belirli tiplerini tercih edişimiz, aurik alanımızı oluşturan enerjilerin tipiyle doğrudan ilgilidir. Tercihimiz, aurik alanımızdaki enerjilerle neyin uyuştuğuna ve enerjilerimizin nasıl akmasından hoşlandığımıza bağlı olarak değişir. Bazıları mevsim değişikliğini tercih eder. Bazıları çölün sürekli sıcaklığını ve yağmursuz berraklığım yeğler. Bazılarımız ise yağışlı havayı...
Elektrik fırtınaları, yağmur öncesi ozon ve yağmur aurik alanı yükler ve temizlenmesine yardım eder.

Havadaki negatif iyonların artması aurik alanı kışkırtır ve yükler, enerjinin içinden daha hızlı akmasına neden olur. Bazılarımız bunu sever, bazılarımız ise alanımızdan geçen akıştaki artıştan korkarız.

Güneş, atmosferi prana ya da orgon enerjisiyle yükler. Bu enerjiyi görmek için, gözlerinizi hafifçe şaşılaştırın ve zorlamadan göğe bakın. Küçük ışık noktacıkları görünür ve eğimli rotalar üstünde hareket eder. Tüm bu noktacık alanının hareketini gözlemleyecek olursanız, onların birlikte atım yaptıklarını görürsünüz. Bu noktacıklar parlak ya da mat olabilirler. Hava güneşli olduğunda bunlar parlaktır ve hareketleri de çeviktir. Bu yüksek enerji orgonu kendinizi çok iyi hissetmenize neden olur. Alanınızı yükler ve size bolca enerji verir. Hava bulutlu olduğunda, küçük ışık noktacıkları pek parlak değildir, o kadar çevik de hareket etmezler. Bazen, özellikle de havanın uzun süre bulutlu olduğu dönemlerde, sanki bir kısımları çok koyu veya siyahmış gibi görünürler.

Hava ne kadar uzun süre kapalıysa, orgon da o kadar kararır ve yavaşlar, alanınızı da bir o kadar az yükler ve siz de bir o kadar çok aksileşirsiniz.
Güneşli ve dağlık bölgelerde, orgon çok parlak, hafif ve yüklüdür. Şahsen benim en güçlü biçimde yüklenmiş olduğunu gördüğüm orgon, kış zamanı isviçre Alpleri'ndeydi. Bolca kar, bolca güneş ışığı ve taze hava vardı; Oradaki sadece gördüğüm en yüklü orgon olmakla kalmayıp, metre kareye düşen noktacık bakımından da en yoğun olanıydı. İnsanların yeniden genç hissedebilmek amacıyla tatillerinde oraya gitmelerine şaşmamak gerek!
Kutuplara yakın bölgelerde kışın ışık yoksunluğundan kaynaklanan çöküntü sorununun bir kısmı da atmosferdeki orgon yükünün sürekli olarak azalmasıdır. ABD'nin kuzey bölgesindeki insanların kış tatillerinde yeniden yüklenmek üzere güneşli dağlarda kaymaya veya güneye, denize girmeye gitmelerinin nedeni budur. Bazen yüklenmeyi yeniden oluşturmak bir hafta alabilir.

Hiç şüphesiz, kendinizi güneşe aşırı maruz bırakmamak da önemlidir. Her zaman koruyucu krem kullanın. Çok yüksek koruma faktörlü olanından başlayarak, kendinizi yavaş yavaş güneşe alıştırıp daha az koruma faktörlü olanlara geçebilirsiniz. Tekrar yüklenir yüklenmez, yüklenmenizi korumak için ihtiyacınız olan günde sadece yirmi dakika güneş ışığıdır. Herhangi birinin tükenme, güneş çarpması, yanma ve cilt hastalığı gibi negatif etkiler deneyimlemeden ne kadar süre güneş altında kalabileceği kişinin duyarlılığına bağlıdır. Fiziksel bedenimizde güneş yanığına neden olabilecek kadar güçlü bir doz, aurik alanımızın ilk düzeyini de yakar. Güneşin ışınları bu enerji alanına nüfuz eder, onun parçalanmış cam gibi kırılmasına ve küçük parçacıklar halinde çatlamasına neden olur. Güneş ışınlarına aşırı ve tekrarlanan dozlarda maruz kalmanın cilt kanserine yol açmasına şaşmamak gerek. Koruyucu güneş kremleri zararlı ışınları engeller. Güneşin, alanınızı yüklemesine ise engel olmazlar.

Deniz de havadaki enerjiyi yükler. Nemli, tuzlu hava aurik alanı yükler ve onun yaşamı desteklemeyecek kadar düşük titreşim frekanslarından temizlenmesine yardım eder. Bir okyanus (ya da deniz) kıyısında yürümek, aurik alanın genişlemesine neden olur. Bazen alan iki katma ulaşır ve suya doğru uzanır.

Güney kıyılarında yıl boyunca veya yazın kuzey kıyılarında yüzenler ve güneşlenenler üç kez yüklenirler. Güneş aurik alanı doğrudan yükler, tuzlu hava onu yükler ve temizler ve tuzlu suda yirmi dakika yüzmek ise karanlık kış ayları boyunca birikmiş olabilen eski durgun sümüğü derinden temizler. Bu etkinliği birkaç gün sürdürmek, aurik alanınızın sağlığı üzerinde harikalar yaratır.

Doğa: Denizler, Ormanlar, Akarsular, Göller, Çöller, Dağlar ve Yaban Hayatı
Bizim, Avrupalılar bu ülkedeki doğanın dengesini bozmadan önce yaşamın Amerikan Yerlileri için nasıl olduğunu hayal etmek bile imkansızdır, insanlar doğanın bütünleşmiş üyeleri olarak yaşarlardı; bu, bizim kendimizi yoksun bıraktığımız bir ayrıcalık. Bizler topraktan giderek daha çok koptuk ve bu durum, gezegenin her yerinde hastalık ve doğal afetler olarak kendini göstermektedir.

Doğa altüst edilmediğinde, geniş ölçekteki yeryüzü enerjileriyle dengede kalır. Doğanın enerjileri, aurik alanı yükler ve onu çevresiyle dengeye sokar. Bozulmamış, doğal koşullarda bizler gezegenin enerjisiyle doğal eşzamanlılığımızı buluruz. Ve biz de tüm yeryüzüyle dengede olan çevremizle dengede olduğumuzda her şeyin doğal bir parçası oluruz. Çevremizden alıp yediğimiz şeyler bizi besleyecektir çünkü enerji alanlarımız dengelidir ve özümsemeye hazırdır. Her hafta birkaç saati bozulmamış bir doğa parçasının içinde geçirmek, aurik alanınız ile yeryüzü enerjileri arasında denge oluşturur. Bu, tam sağlık hali için şarttır.

Sakin göllerin, aurik alanımızda çağdaş yaşantının stresinin neden olduğu gerilimi ya da aşırı tutarsız atımları gevşetmek bakımından üstümüzde son derece rahatlatıcı bir etkisi vardır. Hızlı akarsulardan çıkan aurik atımlar aurik alanı güçlendirir, onun daha tutarlı, sağlıklı bir biçimde atım yapmasına neden olur. Bir şelalenin dibine yakın aurik enerji muazzamdır. Bu enerjiye takılan kırılmış ağaç dalları, böyle bir enerji olmadığı takdirde mümkün olabilenden çok daha uzun süre canlı kalırlar.

Bir çam ormanındaki ağaçlar bir insanın aurik alanına çok benzer olan bir atım yapar. Böyle bir ormanda oturmak ya da bir çam ağacının gövdesine yaslanmak bile, ihtiyacınız olduğunda alanınızı yeniden yükleyecektir. İstediğiniz kadar oturun. Hazır oturmuşken, ağacın şuuruyla temasa bile geçebilirsiniz.

Dağlar, yeryüzünün mineral krallığının gücünü hissetmemize ve bu güce topraklanmamıza yardım ederler, böylece biz de şuurumuzun yüce yüksekliklerine dek uzanabiliriz. Parlak bir çölün berrak havası bizi alanımızı daha uzun mesafelere dek genişletmeye, daha büyük ve bazılarımız için geçerli olduğu gibi, eskisinden daha fazla şey yapabilir halde olduğumuzu hissetmeye davet eder.

Doğadaki vahşi hayvanlarla zaman geçirerek, onların enerjilerini özümseriz ve bu bizi, hepimi­zin çevresindeki doğal yeryüzü ile eşzamanlı olabilme yeteneğimize dair (zihinsel değil) sezgisel bir anlayışa otomatikman getirir. Doğal ve dolayısıyla gezegensel enerjilerle eşzamanlı hale gelme yeteneği, bize büyük bilgeliğe erişim sağlar ve temel insan doğamıza güvenmeyi öğretir.
Doğanın enerjisi bizi tüm biçimler içindeki yaşama dair büyük bir anlayışa erdirir. Her bir canlı türü, diğer tüm türlerin bilgeliğinden farklı olan büyük bilgelik taşır.

Hayvanların sadece davranışlarından değil, yaşadıkları bütünleşmişlikten de çok şey öğrenebiliriz. Şifacılar, ormanda ya da otoyollarda buldukları hayvanların leşlerinden (kemiklerinden) oluşturdukları şifa araçlarını yaygın biçimde kullanırlar. Bu leşlerin her birinin "Büyük Ruh"tan birer hediye olduğu düşünülür. Her birine hürmet ve saygıyla yaklaşılır. Bu nesneler, ait oldukları türün bilgeliğini koruyabilmeleri için bir törenle oluşturulur. Bir şifa sürecinde böyle bir nesne o türün bilgeliğine doğrudan, holografik bir bağ kurmada kullanılır.

Çiçek bahçelerimiz ve arka bahçeler, bir bakıma yaban hayatıyla ilgili kayıp mirasımızın bir kısmını karşılayan biçimlerde bizi toprağa bağlamaya yardım ederler. Burada insanlar ve doğa arasında bir arayüz, insan iradesi ile doğa iradesinin bir kaynaşması mevcuttur. Harikulade bitkilerin her türü doğanın arka bahçemize, seramıza ya da oturma odamıza getireceği muhteşemlikle duyularımızı doldurur. Bitkiler, alanımızı besleyen ve hepimizin çevresini saran enerji alanındaki çeşitli frekanstaki enerjileri sağlarlar. Özellikle evdeki bitkiler bir evin enerjisini yüklü, temiz ve sağlıklı tutarlar. Bu bitkilerle ne kadar çok temasımız varsa, hem bitkileri hem de bizi besleyen enerji alışverişi o kadar büyüktür.

Organik bahçeler de yeryüzü enerjileriyle bağlantı kurmamıza yardım ederler, ihtiyaçlarımızla dengede enerjiye sahip yiyecekleri de sağlarlar. Toprakta ne kadar çok çalışırsak, yeryüzü enerjileri ile o kadar çok bağlantıya geçer ve onlar tarafından besleniriz. Ve şüphesiz, ürettiğimiz organik besinlerden ek yararlar ediniriz.

Nüfus Yoğunluğu

Yetmişli yıllarda ve seksenli yılların başlarında, altı yılı aşkın bir dönem boyunca, yoğun dönüşüm grupları kurmaya yardım etmek için yılda bir kez Hollanda'ya gitme ayrıcalığına sahip oldum. Bu sıralarda verdiğim özel seanslarda çok ilginç bir şey dikkatimi çekti. Biz çalışmak için birbirimizi görecek biçimde oturduğumuzda, katılanlar (genelde Hollandalı veya diğer Avrupa ülkelerindendiler) sandalyelerini benimkine doğru yaklaştırıyorlardı. Ben de hiç düşünmeksizin, kendi sandalyemi biraz geriye kaydırıyordum. Seans sırasında, hasta biraz daha yaklaşıyor ve ben de biraz daha geriye gidiyordum. Genellikle seansın sonunda, benim sandalyem duvara dayanmış oluyordu. Bundan büyük rahatsızlık hissediyordum. Bunu Amerika'da hiç deneyimlememiştim.

Bu olanlardan dolayı utanç içinde, kendime yer açmak için önceden gelip sandalyeleri düzenlemeye başladım. Ama kaçınılmaz biçimde, her seansın sonunda ben yine duvara doğru sıkıştırılmış oluyordum. Bu şartlar altında, düşünmekte ve kendimi hastadan ayırmakta güçlük çekmekteydim. Kendimde gerçekten ters bir şeylerin olduğunu düşünmeye başladım. Belki de ben bu insanlardan çok daha az arkadaş camisiydim. Kendimi bu yeni sınırlara alıştırmaya gayret ettim ama yapamadım. Biraz yer açmak için odanın içinde dolaşmaya başladım. Bu sadece bir iki dakika işe yaradı; hasta bana yakınlaşmak için peşime düşüyordu.

En sonunda sorunun, benim auramın onların amalarından 70-100 cm daha uzağa genişlemiş olması olduğunu fark ettim. Onlar benimle de diğer Avrupalılarla yapacakları gibi "normal" temas kurmaya çalışıyorlardı. Alan etkileşimlerini gözlemledikçe, bu insanların (özellikle de denizin sıkıştırdığı bir kara parçasında yaşayan Hollandalıların aurik alanlarının boyutlarını, benim alışkın olduğumdan çok daha küçük yerlerde bir arada yaşamaya ayarlamış olduklarını fark ettim.

Birkaç yıl sonra, Doğu kıyısında yaşayan Amerikalıların auraları ile Batı kıyısında yaşayanların auraları arasında büyük bir fark olduğuna dikkat ettim. Genelde, New York bölgesindeki insanların auraları, güney California'da yaşayanların auralarının uzandığı mesafelere dek uzanmıyordu. Tahminimce, az nüfuslu daha büyük yerlerde yaşayan biri, çok nüfuslu daha küçük yerlerde yaşayan birinden çok daha dışa doğru uzanan bir auraya sahip olacaktır.

Genelde kalabalık şehirlerdeki insanların auraları, kasabalarda yaşayanlarınkinden daha küçüktür. Çok yoğun nüfusa sahip ülkelerin halkının auraları da daha az nüfuslu ülkelerin halkının amalarından daha küçüktür.
Buna ek olarak, insanların aurik alanları ile birbirlerine yarattıkları sınırlarda da bir farklılık vardır.

New York bölgesinden eğitim sınıflarıma katılanlar, birbirlerinden ayrı kalmak için güçlü sınırlara sahip olma eğilimi gösterirler. Sanki auraları, birbirine vurup geri sıçrayan iki lastik top gibi, yedinci düzeyde birbirlerine çarpıp geri sıçramaktadır. Güney California'da ise eğitim sınıflarıma katılan kişilerin aurik alanlarının kesişme ya da müdahaleler olmaksızın birbirlerininkine geçmesine izin vermekten hoşlandıklarını gözlemledim. Dördüncüden yedinciye kadar olan düzeylerin aynı mekan içine nüfuz etmesine ama gerçekte temas etmemesine izin verir gibiydiler. Demek ki Californialılar, daha büyük aurik alanları olmasına rağmen iletişime geçmek üzere birbirlerine, New Yorklular için rahat olacak mesafeden çok daha yakın durma ihtiyacındadırlar. Bir New Yorklu bu iletişimi havai ve pek de orada değilmiş türden deneyimleyebilir. Aynı anda Californialı ise Doğu kıyısından olan kişiyi sert ve katı olarak deneyimleyebilir.

Şüphesiz bu farklılıklarda başka büyük faktörler de rol oynamaktadır. Başlıcası, birlikte en rahat olduğumuz insanlarla alanlarımızın düzeylerini birbirine katıp karıştırarak etkileşmekten hoşlanmamızdır. Her birimiz, ailemiz ve toplumsal yetişmemiz bakımından, aurik alanımızın bazı düzeylerini diğerlerine göre daha geliştiririz. Farklı toplumlar belirli değerlere odaklanır. Bu değerler, insan deneyiminin farklı unsurlarının gelişimine odaklanır. Örneğin eğer hakikate en yüksek değer verilirse o zaman alanın üçüncü düzeyi çokça gelişecektir. Eğer sevginin en yüksek değer olduğu düşünülürse, o zaman da büyük ihtimalle o toplumda alanın dördüncü düzeyi gelişecektir.

Şüphesiz, gelişim her bir toplumun değerlerini nasıl ifade ettiğine dayanır. Bazı dinsel toplumlarda olduğu gibi, eğer ilahi sevgi veya ilahi iradenin ruhsal değerlerine en yüksek değer veriliyorsa, o toplumdaki insanların aurik alanları çok daha yüksek biçimde gelişerek o değerleri yansıtacaktır. Alanın altıncı veya yedinci düzeyleri en çok gelişecektir. O toplumdaki insanlar da iletişim kurduklarında aurik alanları o düzeylerde katıp karıştırma eğilimi gösterecektir.
Avrupalılar yüksek derecede gelişmiş birinci ve üçüncü düzeyleriyle çok sofistikedirler ve üçüncü düzeyden birbirine geçerler. New Yorklular ikinci, üçüncü ve dördüncü düzeyleri severler ama birbirlerine katılıp karışmaktan hoşlanmazlar ve alanlarının gerilim yaratacak yollarla çiftleşmesini yeğlerler. Gerilim, insanların farklılıkları fark etmesine izin verir. Californialılar ise ikinci ve dördüncü düzeylerden ve çokça birbirine geçme veya çiftleşme olmaksızın dağınık enerjileri katıp karıştırmaktan hoşlanırlar. Belki de bu Californialılar hiçbir gerilimin olmadığı aynılığı arıyorlardır. Tüm bu çıkarımlar, benim eğitim sınıflarıma katılan insanları baz almaktadır. Belki de yukarıda belirtilen nüfusların sadece belirli bir oranını temsil etmektedirler.

Şehirler

Büyük şehirler, çok çeşitli enerji tiplerine sahip yüksek enerji yerleridir. Heyoan büyük şehirlerin ve uygarlıkların yeryüzü üstünde, dış uzaydan gelen muazzam miktarlarda yaşam enerjisinin biriktiği yerleri oluşturduklarını söyler. Bu enerjiler, bir bilgi kaynağıdır. Heyoan bizlerin şuursuzca bu bölgelere doğru çekildiğini söylemekte. Burada, her birimiz yaratma yolunda ilham alırız, bu da o yerin birikmiş enerjilerindeki bilginin maddeleştiği bir uygarlığın doğmasıyla sonuçlanır. Matematiğin ve dilin doğum yerleri, bir zamanlar böylesi enerji girdaplarını merkez edinmişti. Oraya cezbolan insanlar bu bilgi biçimlerinin dünyaya getirilmesinde kanal olmuşlardı.

Heyoan şunları da söylüyor:

Demek ki, tahmin edebileceğiniz gibi, şimdi yeryüzü üstünde var olan bu engin öğrenme merkezleri böyle bilgi enerjisi girdaplarına yerleşmiştir. Uygarlık merkezlerinin yeryüzü üstünde çeşitli yerlerde ortaya çıkmasının sebeplerinden biri, her birinin tarihin belirli bir döneminde göze çarpan [enerji alanlarında tutulan] belirli bir bilgiye kaynaklık etmiş olmasıdır. Bu, uygarlığın gelişiminde az bilinen ve daha önemli olan faktörlerden biridir. Dünya öne çıkan uygarlığa odaklanma eğilimindedir ve dolayısıyla bir sonraki yükselen uygarlığın kaynağı olacak yere müdahale etmez.

Şehirler yaratıcılık, icatlar ve bilgiyi getirirken, hem fiziksel hem de aurik düzeylerde çokça atık madde üretirler. Bizler şehirlerde, yüksek enerji içinde birbirimizle nasıl yaşayacağımızı öğreniriz. Bu yüksek enerji, temizlenmesi gereken gevşemiş negatif enerji bloklarını vurup yerinden sökme eğilimindedir. Ne yazık ki, bu sürecin başlıca sonuçlarından biri büyük şehirlerin sadece yüksek bilginin enerjisini biriktirmekle kalmayıp, muazzam miktarda negatif enerji ya da ÖOE de biriktiriyor olmasıdır.

Wilhelm Reich'in türettiği ÖOE terimi ölü orgon enerjisi tanımının kısaltmasıdır. ÖOE yaşam için gerek duyulan frekanstan fazlasıyla aşağıda titreşir ve de sağlık ve esenlik bakımından zararlı olabilir. ÖOE yoğun olarak biriktiğinde tehlikeli hatta yaşamı tehdit eder hale gelebilir. Bedenin ve enerji alanının en zayıf yerinde hastalığın patlak vermesine neden olur. Birçok büyük şehirde bu ÖOE her şeye ve toprağın derinlerine doğru nüfuz eder. Böyle bir yerde yaşayan herkesi etkilerler ve birçoğu sağlıklarını koruyabilmek için orayı düzenli olarak terk etmelidir.

Örneğin, yaklaşık on beş yıl boyunca New York'ta şifacılık ve öğretmenlik yaptım. İyi yeryüzü enerjilerine topraklanmak ve onları şifa amaçlı kullanmak için yaklaşık kırk metrelik koyu kara-gri yapışkan bir maddeyi andıran birikmiş negatif enerjiden geçmek gerekmekteydi. Bu yapışkan madde bütün New York'un temelindeki toprak ve kayada mevcuttur. Şüphesiz, bunun o kadar koyu ya da yoğun olmadığı yerler de vardır. Ama genelde, bu büyük şehirdeki tüm etkinliklerin temelinde uzanmaktadır. Yapışkan maddenin altında, bu kirlenmiş enerjilerden henüz etkilenmemiş nor­mal temiz toprak uzanır. ÖOE'nin kütlesi ve kalınlığı her yıl artıyor gibidir. Hayalet Avcıları filmleri o kadar da hayal ürünü değildi, anlayacağınız!

Ayrıca New York'un havasındaki çevre kirliliğinin de her yıl korkunç miktarlarda arttığı dikkatimi çekti. Her geçen yılla birlikte, negatif etkilerin artışını orada yaşayan hastalarında görebiliyordum. Her yıl, insanların bağışıklık sistemlerinin bu muazzam çevre kirliliği nedeniyle gittikçe daha çok yıprandığını görüyordum. Gördüğüm esas etki beyinlerindeydi. Aurik gözlemlerime göre, sahip olduğumuz birçok farklı beyin hücresi sağlıklı bir beyin ve bedensel işlev için gerekli olan çeşitli maddelerden çok az miktarlarda üretmektedir. Bu maddeler, bedenin organ sistemlerinin işleyişini kontrol eden tetikler gibi iş görmektedir.

New York'ta pratisyenlik yaptığım yıllar içinde, bu maddelerin salgılanmasında giderek artan dengesizlikler gözlemledim. Bu maddelerin üretim miktarı ve zamanlamasındaki çok küçük bir değişme, beden içindeki işlemlerin normal işleyişinde büyük çalkantılara neden olmuş gibiydi. Beyindeki bozulmuş yaşam enerjilerini yeniden dengeye getirebilsem bile hasta, sağlıklı beyin işleyişini yeniden bozacak olan kirli bir çevreye geri dönüyordu. Olan biteni hiç kimsenin fark etmediği açıktı.

Derken, New York şehrinde yaşayan yaşlı insanların genel halleri dikkatimi çekti. Çevre kirliliğine yıllarca maruz kalmak onlar üstünde hayli etki yapmıştı. Çok daha az enerjiliydiler ve alanları, yaşlı insanlara göre çok daha dengesizdi. Bu insanlar ÖOE'ne ne kadar uzun süre maruz kalmışsa, o kadar duyarsız hale gelmiş olduklarını fark ettim. Bu, bir kurbağayı suya koyup, suyu yavaş yavaş ısıtmaya benziyor. Suyun giderek ısındığını fark etmeyen kurbağa en sonunda ölür. Ama onu sıcak suya koyacak olsanız, hemen dışarı zıplar.

Yaşamak için Bir Yer Seçmek

Hepimizin, "yapabilecek olsaydık" yaşamayı istediğimiz bir yer vardır. Birçok kişi büyümüş oldukları yerde yaşamayı diler çünkü çocukluk yıllarındaki manzarayı mutlulukla hatırlar. Yeryüzünün büyümüş oldukları bölgelerindeki bitki ve hayvanlarının hislerini, görüntülerini, seslerini, dokularını ve kokularım özlerler çünkü çocuklukta, doğal çevrelerine çok daha duyarlı olmuşlardır. Bu hatırlanan deneyimler genellikle çocuklukta kurulan ama olgunlaşma süreci sırasında kaybedilen zihin-beden bağlantısını üretir. Bu bağlantı, şifayı ortaya çıkaran sağlıklı, dengeli bir aurik alan ve gevşeme halini yeniden kurar.

Öte yandan belki de daha zorlu bir çocukluk yaşamış olanlar tamamıyla farklı bir iklim ve manzarada yerleşmek ister. Yeni ufukları, eskiye göre daha çok şifa verici bulurlar.

Yaşayacağımız yerle ilgili tercihimiz, "normal" dediğimiz yaşam enerjisi düzenlenişimizle doğrudan bağlantılıdır. Çevremizden gelen belirli bir farklı enerjiler takımı ile kendimizi rahat hissederiz; denizler, ormanlıklar veya dağlar gibi... Ve yaşadığımız yerleri buna göre seçeriz. Ayrıca içimizden geçen enerji ve güç aralığına alışığızdır. Bir insan için normal olan, diğer birine göre çok düşük veya çok yüksek enerjili olabilir. Sınırlarımızı koruma tarzımızla birlikte "açıklığın" da belirli bir derecesine alışığızdır.

Bize kendimizi "normal" hissetmemize yardımcı olan yaşama alanlarını seçeriz. Hatırlayacağınız gibi "normal" aslında alanımızda taşıdığımız belirli bir alışılmış dengesizliktir. Bu durumu bozmayan ve destekleyen ortamlardan hoşlanma eğilimindeyiz. Genellikle, yaşamlarımızda fazla değişiklik olmasından hoşlanmayız. Normal enerji düzeylerimiz içindeyken, kimsenin ya da hiçbir şeyin işleri karıştırmasından hoşlanmayız. Çoğu zaman, yaşadığımız ortamları da buna göre seçeriz. Eğer bu seçimi şuurlu yaparsak, holistik yaşantımıza büyük yardımı olacaktır. Eğer yaşamımızda olmasını dilediğimiz değişimi yaratmak üzere yeni bir yere taşınmaya gerçekten ihtiyacımız var ama bunu sürekli erteliyorsak, ülkenin tamamen farklı bir yerine taşınmayı düşünmek iyi bir fikir olabilir. Hatırlarsanız, ameliyatından sonra ülkenin başka bir ucuna giden Karen'e bu çok iyi gelmişti.

( Işığın Doğuşu - Barbara Ann Brennan )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder